day 5

10 1 0
                                    

Winter:

Sesimi dahi çıkartmıyordum. Ellerimi kendime çekmeye çalışıyor, bedenimi bacaklarımla siper ediyordum ancak mümkün olan tek şey zincilerin birbirine çarparak çıkarttığı sinir bozucu birkaç gürültünün ötesine geçmiyordu. Ayakta dikiliyordum, bu beni yoruyordu. Çevremde çok insan vardı, korkutucuydu çünkü ablalarım en zararlı canlıların insanlar olduğunu hep savunurdu. Kafamda binbir düşünce ve hayal vardı. Hayal kırıklıkları da peşisıra geliyordu. Buraya Ash'e güvenerek gelmiştim, geldiğime bin pişmandım. Ablalarım beni aramaz sormazlardı, beni kurtarabilecek hiçbir şey yoktu. Ölümle tehdit edilmemiştim, ölümümle alakalı bir fikirleri yoktu. Söylemeye de niyetim yoktu aslında. Benden korkmaları bazı zamanlar işime geliyordu. Ellerine taktıkları şeylerle elliyorlardı beni. Hoş, henüz dokunan iki kişi olmuştu. Bedenim soğuktu, onlarınkine oranla çok soğuktu. Sıcak tenleri yumuşak ve soğuk tenimle temas ettikleri anda yanıyor gibi hissediyordum. Ash'e dokunduğumda da böyle hissediyordum. Bedenimin bir ısısı var mıydı bilmiyordum fakat buz gibi olduğuma emindim.

Elbisemin etekleri zincirlere dolanmış, parça parça birbirinden ayrılmıştı. Saçlarım gözlerimin önüne geliyordu, fazla karanlık gözlerimi acıtıyor, yoğun sıcaklıklı ve nemli dar alanlar nefesimi kesiyordu. Sık nefes alışlarım odayı daha da daraltıyordu. Ağlıyor muydum, emin değildim. Bir şeyler hissetmeyi bırakalı iki saate yakın oluyordu. Uykum gelmişti, geceleri uyumak zor olurdu genelde, gündüzleri uyumaya alışmıştım fakat saatlerdir gözüme bir damla uyku bile girmemişti.

Odayı kontrole gelen uzun boylu, kiloluca bir adam vücudumu izlemeyi kendine hobi edinmişti. Genelde ablamı izlerlerdi böyle adamlar, ablamlar bakışlarından rahatsız olmaz, danslarını sürdürürlerdi. Soyumuzda zayıf olmayanlar dışlanır, fazla zayıf olanlar ise köy dışına çıkmasın diye saatlerce çalıştırılırdı. Yüz güzelliği önemliydi, seni beğenmeleri de öyle. Bu yüzden narin ve çekici olmalıydın. Hiçbiri değildim, ablamlara söylenilen şeyler, mitolojinin en güzel kadınlarının adlarından başlayan iltifatlardı. Ben ise çelimsiz ve sıskaydım. Kısa boyum yüzünden zar zor görüldüğümü bile söylerlerdi. Saçlarımı bu yüzden hiç uzatmazdım.

Adama gülümsedim, yüzümden güleçlik eksik olmazdı. Bu yüzden çok fazla azar yemiştim, kızgın olduğumda gülmek en çok sevdiğim şeydi. Duygularım belli olmazdı bu sayede ne zaman ne yapacağım anlaşılmazdı. Ellerimi germeyi bırakıp serbest bıraktım. Bileklerimde izler kalacağına emindim. Kolay iz bırakırdı bende her şey, beyaz şeyler çabuk kirlenirdi. Adama gülümsediğimi fark edince yavaşça yanıma yanaştı. Elini saçlarıma atıp kulağımın arkasına sıkıştırmıştı bile. Ben gülümsememi sürdürürken lafa girdi. "Yazık olacak.. Kim bilir senin üstünde neler yapacaklar. Umarım işleri bittiğinde hâlâ böyle kalırsın." O bunları söylerken kapının küçük camından gözüken gözler dikkatimi çekti. Odanın kapısı hafif aralıktı, çıkamayacağımdan eminlerdi fakat aralıktan uzanan ele değşl gözlere takılmıştım. Nerede görsem tanırdım, neden buradaydı?

Gözlerimi ondan ayırmadığımda gözleriyle ona bakmamamı işaret etti. Bakışlarımı tekrar önümdeki adama çevirdiğimde adam gözlerini benden ayırmamıştı bile. Elini elime doğru uzattığında bir hışımla bileğimin tamamını sarmalamaya yetmeyen demirlerin boşluğundan yararlanarak tombul eli tuttum sertçe. Tırnaklarımı kaçmaması adına tenine geçirirken Ash hızla içeri girdi ve adamın ceplerini aramaya başladı. O bunu yaparken lafa girdim. "Neden geri geldin?" Anahtarların oluşturduğu kocaman bir halka çıkarttı. "Sence bunu sormanın zamanı mı?" Tırnaklarımı daha çok geçirirken homurdanan adamı dinlemedim. "Neyin zamanı? Beni bu hâle düşüren sensin. Öylece peşinden mi geleceğim?" Anahtarları tek tek denemeye başlarken dibimde olan bakışlarını gözlerime dikti. Karanlıkta yeşilin ve kahverenginin en koyu tonu gibi gözüken gözleri içimde bir şeylerin bilmediğim şekillere girişine sebep oldu. "Başka şansın var mı Winter?" kafamı iki yana sallayıp kilidi açmasını beklemeye başladım. Kiloluca olan adam acıdan kendini kaybetmiş olmalı ki elinin yarığıyla yere düştü. Gözleri kapalıydı. Onu atlatmıştık fakat bundan onlarcası dışarıda bekliyordu. Ash bunları nasıl atlatmıştı? Kilidi sonunda açtığında elimi çıkartıp diğer elimi açmadan kolumu onun beline sarmaya çalıştım. "Sana kızgınım ama teşekkür amaçlı yapıyorum bunu. Yoksa kızgınım yani. Bil bunu." Diğer elimi de açarken kafasını bile çevirmeden işine devam etti. Daha sonra bileğimi tutup hücreden hızla çıkarttı. "Dışarıda çok fazla adam var. Seni tutmalarına izin verme. Olabildiğince vur. Canlarını yakmaktan korkma." Kahkaha atıp ellerimi saçlarıma götürdüm. "Canlarını yakmaktan neden korkayım? Bana kıymadılar bile." Cebinden çıkarttığı büyükçe bir bıçağı parmak uçlarında döndürerek açtı. Bu hareketine hayranca bakmayı bırakıp peşinden koştum. İlk adam soldan çıkmıştı. Parmakları arasında tuttuğu bıçağı karnına geçirmek yerine tekme attı, adam geri sendelediğinde ise bıçağı batırmayı akıl etmişti. O bunları yaparken kapüşonlusu saçlarının altına düştü. Saçları uzundu, yüzünü henüz görememiştim ve odaklanamıyordum.

Sol ve sağdan gelen birkaç adama büyük botlarının verdiği sertlikle vurdu. Boynuna yine sert botunu bastırırken diğer bacağını başka bir adama vurmakta kullanmıştı. Ben ise öylece duruyordum. "Öyle durmaya devam edersen seni aldıkları yere geri döneceksin." Kafamı sallayıp zaten iyice sökülmüş olan eteğimden uzun bir parça koparttım. Elimde sıkıca tuttuğum bu parçayı, Ash'in bacağıyla uzaklaştırmaya çalıştığı adamın boynuna arkadan doladım. Sertçe sıktığımda, mosmor kesilen adam hareket etmeyi kesti. Ash gözlerini bana dikip baktığında ilk kez yüz hatlarını görmüştüm. İncelemeye vakit bulamamama rağmen bunu görmek bile heyecanlanmama sebep olmuştu. "Öldürmemeye çalış, sadece engelle. Gücünü bu kadar kullanmana gerek yok." Bunu söylerken büyükçe gülümsüyordu. Ona karşılık güleç yüzüm kendine gelmiş gibi dudaklarıma gülümseme yerleştirdim.

Birkaç adamı yere serdiğimizde, sonunda büyükçe binadan çıkabilmiştik. Önemli olan kasabadan nasıl ayrılacağımızdı. Nereye gidecektik? "Nereye gidiyoruz?" Elimi eline uzatıp bu kez sıkıca tuttum. İtecek bir durumda değildi o yüzden sesini çıkartmadı. "Senin ormanına gidemeyiz. Orası ilk bakacakları yerdir. Benim evime gidemeyiz, Hazel çoktan haberi almıştır. Birlikte saklandığımız acil durumlarda kullandığımız bir yer var. Oraya gidiyoruz." Elimi sıkıca tutmaya devam ederken beni peşinden koşturdu. Bir gündür sürekli koşuyorduk ve ben artık kendimi taşıyamıyordum. Kasabanın sonuna doğru koşuyorduk, durmak istedim fakat beni dinlemedi. Peşimizden gelenlerin sesleri duyuluyordu. Bu beni iyice korkutuyordu. Beni tekrar yakalarlarsa Ash'i de yakalmış olurlardı. Bu kez ikimiz de asla kurtulamazdık. "Sen hiç yorulmaz mısın? Ayrıca Hazel kim?" Elimi sıktı, bir eliyle kapüşonunu kapatmaya çalışıyordu. "Sürekli konuşmuyorum senin gibi. Bu da benim nefesimi orantılıyor. Hazel ise kız arkadaşım." Söylediğine iyice bozulmuştum ama sesimi çıkartmayıp peşinden ilerledim.

Uzunca bir sürenin ardından, peşimizden gelen sesler kesilmiş, biz yavaşlamıştık. Bir yerde durup dalların arasından geçtik, elimi bırakıp ayağıyla bir şeyleri kontrol etti. Eliyle yerden tuttuğu bir kapıyı yukarı doğru açtı ve girmem için itekledi. Yer altına doğru inen bir merdivenden tırmanarak aşağı varana kadar dikkatlice tutundum. Yere ayağımı bastığımda kaşlarını çatarak, kollarını göğsünde çarprazlamış bir dişiye çarptım. "Hoş geldiniz."

leuco // gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin