Luna bakışlarını yerde duran bedene çevirdi. Ellerini masanın üstüne koyup, destek alarak ayağa kalktı. Garipsediği bakışlarından bile belli oluyordu, normaldi. Katil diye getirdiğim küçük bir bedendi. Buradan bakıldığında daha da küçük görünüyordu. Winter kafasını kaldırıp Luna'ya dikti gözlerini. Şaşkınlıkla dudakları aralandı, daha sonra gülümseyerek gözünün önüne düşen saçlarını küçük elleriyle ittirdi. Boğazını temizledi, hiçbir şey olmamış gibi eteğini düzelterek ayağa kalktı. Eteğindeki elleri, sıkıca eteğini tutuyordu. Bana doğru baktı gülümseyerek, sonra tekrar Luna'ya çevirdi gözlerini. Luna lafa girdi, "Dalga geçiyorsun herhalde Ash." Winter ellerini çırptı ve bana ufak bir bakış atarak yerinde zıpladı. "Adın demek Ash?" Derin bir iç çekip deri koltuğa oturmak adına adımladım. "Dalga geçmiyorum, bu ve bunun gibi birçok kadın insanlara garip şeyler yapıp öldürebiliyorlar. Tam olarak anlatamıyorum yani, orada olman lazımdı." gözlerimi Winter'a çevirdiğimde ofiste duran balıklara gözlerini dikmiş, cama vura vura kendi kendine onları izlediğini gördüm. Bu hâli, es geçilemez, tatlıydı. Luna ince topuklularının yankısıyla yanıma kadar gelip parmaklarını omzuma koydu. "Kanıtlayabilir misin Ash? Ayrıca biraz.. farklı görünüyor.." Omuzlarımı silktim. Benim kadar şaşırmaması veya garipsememesş hoşuma gitmemişti. Muhtemelen içten içe belli etmek istemiyordu. "İnsan değil, bir insanın bu kadar beyaz olması mümkün mü? Kabile falan olsa anlarım fakat şu küçücük bedenin deli gibi bir gücü var. Göründüğünden çok daha tehlikeli." kolumu kaldırıp geçirdiği tırnak izlerini gösterdim, kanı durmuştu ama felaket görünüyordu. Luna Winter'ın yanına doğru ilerlerken seslendi. "Bana neler yapabildiğini kanıtlayabilir misin?" Winter kafasını hızla Luna'ya çevirdi. Ona olan tavırları farklıydı, hayran gibi davranıyordu. Bunun altında ne yattığını merak etmeden edememiştim. Winter başını aşağı ve yukarı salladı.
Luna telefonuna doğru uzanıp birkaç numara tuşlayarak içeri birkaç adamın girmesini sağlamıştı. Adamlardan biri bakışlarını Winter'a çevirdiğinde korkuyla yerinde sıçramıştı. Kendi gözlerimle görmüştüm. Diğerleri ise hayranlıkla kağıt rengi bedenini süzüyorlardı. Winter dalgalı kısa saçlarını savura savura ondan korkanı es geçerek en uzun boyluya ilerledi. Uzun tırnaklı, ince parmaklı küçük ellerini uzatıp, parmak ucunda yükselerek boğazını sarmaladı ve yukarı doğru kaldırdı bedeni. Uzunca beden birkaç saniye içinde tavana doğru yaklaşmıştı, onunla birlikte güç alan Winter, daha fazla uzanamayacağından bedeni bırakıp geriye doğru çekildi. Güçlü parmakları boğazında hiçbir iz bırakmamıştı, benim kolumun aksine. Bunun nasıl olduğunu da merak etmiştim. Yine de kendimle gurur duyan bakışlarımı Luna'ya çevirdim. Bu bakış daha çok, ben sana söylemiştim, gibi bir şeydi. Luna şaşkınlıkla kaşlarını kaldırmıştı, sesini yükseltti. "Yakalayın ve kaçamayacağı bir yere koyun onu." Hepsi bir anda kollarından tutunca, Winter korkuyla bana baktı. Belki tek bir kişiyle başa çıkabilirdi ama onu tutan beş erkeğe karşı bir şansı yoktu. Ayağa kalkmaya ve ona yardım etmeye yeltelenmedim bile. Onu buraya ben getirmiştim, karşı çıkacak değildim. Küçük ellerini savurup onlardan kurtulmak adına direndi. Geri itebiliyordu ama yalnızca bu kadardı, kaçamıyordu. "Ash.. Yardım et bana!" odadan onu götürürlerken bile bu şekilde bağırıyordu. Ben ise bakışlarımı başka bir tarafa çevirmekle yetinmiştim.
Luna masasının başına oturup her şeyi dinlemek istediğini söyledi. Anlatabildiğim kadarını anlattım, o ise hepsini yakalamayı teklif etti. Bu işi benim yapamayacağımı söyledim. Anlaşma böyleydi, itiraz da almamıştım. "Onları başka kasabalara satabiliriz. Böylece kasabamız ünlenmiş olur." yalandı, ünlenmek isteyen oydu. Kasabayı bir kenara bırak, her zaman aldığından daha fazla ilgiye boğulmak isterdi. Omzularımı silktim, bu saatten sonrası beni ilgilendirmezdi. Hazel ve benim kasabadan gidebilmemiz için yeterli para ve bilet istedim. Luna anlaşmaya uyarak büyük bir miktar parayı elime tutuştutarak odadan çıkmamı işaret etti.
Hazel ile birlikte kaldığımız gizli bir alan vardı, ormanın diğer bir tarafında, çimlerle ve hayvanlarla dolu küçük bir klübeydi. İnsanlar buralara gelmezdi, bu yüzden zar zor bulunmuştum. Hazel'in gözü önünde kelepçelenmiş ve klübeden götürülmüştüm. Ne durumda olduğunu düşünmeden edememiştim yol boyunca, aklımdan bir saniye dahi çıkmamıştı. Tüm sorumluluğu bendeydi. Kapıdan içeri girer girmez Hazel boynuma atladı. "Ash. Seni öldürdüler sandım.. Zarar verdiler ve geri dönmeyeceksin sandım. Çok korktum..." Kolları ensemde birleşirken şampuan kokulu saçları burnumu gıdıkladı. Gülümseyerek kollarımı beline doladım. Birkaç gündür ilk kez güvende hissediyordum. Geri çekilip ellerimi belinin iki yanına yerleştirdim. "Öyle şeyler yaptım ki, artık sana zarar gelmesinden korkmayacaksın. Sana söz verdiğim gibi hallettim." Gülümseyerek kapüşonlumu açtı. Kırmızı göz altlarıma dikti gözlerini, sonra kıkırdadı kendi kendine. "Halledeceğini biliyordum. Yemek aldın mı?" Deli gibi yorgundum ve akıl edememiştim bu yüzden yüzüm düştü. Kafamı iki yana sallayıp gazete kağıdından geçilmeyen koltuğa kendimi bıraktım. Odada tanımlayamadığım bir koku vardı, alkol gibi. Fakat ikimiz de alkol tüketmezdik bu yüzden gözardı etmiştim. Elimi kumandaya atıp televizyonu açtım. Haberlerin ilk konusu tabii ki beyazlığının her yerden belli olduğu bedendi. Oldukça korkmuş görünüyordu. Üstündeki elbisesi çamura bulanmıştı, saçlarının dalgalı hâli gitmiş, gözleri iyice koyulaşmıştı. Yanaklarından yaşlar akarak kolundaki ağır birkaç zinciri ittiriyordu. Etrafındaki insanlar ise fotoğrafını çekip, ona birkaç meyve fırlatıyorlardı. Kafama doluşan bu görüntüyü gidermek adına televizyonu kapattım. Hazel kahkaha atarak kumandaya uzanmaya çalıştı. "O neymiş öyle, açsana izleyelim." Kumandayı olduğu yerde bırakıp yatağa ilerledim. "Açarsan kavga ederiz. Açma."
Geceye kadar kafamdaki bu görüntüyü atmaya çalıştım. Güçsüz bir şey değildi, sinirlendiği zaman olabildiğine güçleniyordu. Mutsuzken de yapabilirdi bunu fakat ne kadar güçlü olursa olsun demirlerin koparabilecek bir yanı yoktu. Zaten koparabilecek kadar yakın değildi elleri birbirine. O kadar çok ağlıyordu ki ince sesi daha da incelmişti. Yardım istemiyordu, sadece ağlıyordu. Oysa ki ben yanındaylen benden yardım istemişti. Hazel'in kolları bedenimi iyice sarıyordu. Fakat beni rahatlatan bir şey değildi, aksine bu bana küçük elleri hatırlatıyordu bu yüzden kollarını ittirdim. Kafamdan çıkmayacaktı, çekeceğim son duygu vicdan azabıydı fakat iliklerime kadar hissediyordum bunu. Böylece yatamayacağımı fark etmiştim, başımın ne kadar belaya gireceğini bir saniye bile düşünmeden hızla ayağa kalkıp üstüme sweatimi geçirdim. Batırdığım şeyleri toparlamam gerekiyordu, ilk kez kendi hissime göre ilerleyecektim.
