8

606 65 8
                                    

13:00, Felix. «Face to face»

Penceremin önündeydim, yine. Bir çoğu saat olduğu gibi. Ne bir çözüm, ne de bir umudum vardı. Tükendim. Cesaret lafıyla bütün olmaya çalıştıkça, başaramıyor, bir adım atmak yerine beş adım geriliyordum. İçimde birikmişler vardı, ve bu birikmişleri ona anlatacaktım. Sözün gerçek anlamı ile anlatacaktım. Gözleri, gözlerime bakarken. Karşımda ki, bedenin varlığını hissederek. Eve doğru yürüyen iki bedeni gördüm. Bu görüntü beni yanına gitmek fikrinden epeyce uzaklaştırsa bile, kötü düşünceleri silip topladım kendimi. Anlatacağım, dememe rağmen yanına gidince tam olarak ne geveleyeceğimi bilmeyişim ise ayrı bir vaziyetti. Neyse. İçimde ki, nefet duygusu ile bütünleşen beden Miso'nun ellerine kenetlediği ellerini ayırıp sahte gülümseme sunmuştu aşk ile tutuşan bedene ve arkasını dönüp gittiği zaman hazır olduğumu, bu anın o, an olduğunu anlamıştım. Bugün, tam da bugün Miso'nun dudaklarının arasından çıkan kelimeler benim son kararımı verecekti, aynı zamanda ya beni kıracak, ya pes ettirecek, ya da yıkacaktı... Evet, olan tam da buydu, son kararımı bile beni sevmeyen Miso'nun sözlerine bırakıyordum.

Pencerde ki, takibi bırakıp evin çıkış kapısına doğru ilerledim. Ayak seslerim koridorda yankılandı bir kaç saniye, sonra ise kendimi bir çırpıda attım dışarı. Kapanan kapının sesi kulaklarıma doldu önce, sonra gözlerim arkası dönük olduğu için beni fark etmeyen Miso'ya takıldı. Boş, anlamsız ifadeyle baktım öylece. Kendimi topladım, dudaklarımın arkasında dökülmeyi bekleyen sözleri tek nefeste savurdum ona doğru.

"Miso, bekle!"

Ona varan kelimeler ile birlikte arkasını döndü ve boş topuz saçları, bembeyaz teni, ince dudakları, göz alıcı eşsiz gözleri görüş alanım oldu aniden. Gördüklerim ile afalladım önce sonra ise usulca adımlarımı ona doğru ilerlettim.

Bıkkınlıkla verdiği nefesin sesini duydum. Bu mutlu etmemişti. Ama umursamadan tam önünde durdum.

"Miso, konuşmamız lazım."

"Hadi ama, yine mi?! Tüm gün telefonumu patlatacak kadar mesakj attığın hâlde, yetmezmiş gibi bir de konuşmak mı istiyorsun?!"

"Miso, lütfen. Bangchan kesinlikle sana layık değil! Ondan uzak durman gerek. Ya, en azından onu anlatmama izin ver. Ver ki, gerçekte nasıl birisi olduğunu anla."

Kaşları çatıldı önce, baktı öylece bir kaç saniye sonra söze girdi bekletmeden.

"Bak Felix, bana olan takıntın yüzünden sevgilimi dünyanın en kötü insanıymış gibi suçlama, buna hakkın yok!"

"Takıntı? Ben sana aşığım, Miso. Eğer biraz daha diretirsen çökeceğim, anla artık. Mutsuzum, sensiz yapamıyorum. Senin böylesine bir adam ile oluşun ise kabullenmesi en zor olanı!"

"Gerçekten... dünyada gördüğüm en gurursuz insansın Lee Felix!"

Arkasını dönüp gitmeye başlığı zaman tutamadığım bedenini sözlerimin tutması adına bir kaç kelime daha çıktı dudaklarımdan.

"Miso, ben bugün senin dudaklarının arasından çıkacak olan kelimelere bıraktım vereceğim kararı. Seni ne denli sevdiğimi anlamıyor musun? Olma, benimle olma! Ama, sana zarar verecek, kalbimi kıracak, zamanında gözlerinden yaşlar akıtmış biriylede olma. Bu seni benim yapmaz ama iyi oluşunu bilmem mutlu eder beni, ondan ayrılırsan senin olacağın gibi..."

Sözlerimin daha ilk cümlesinde durmuştu ve dinlemişti geri kalanını, sözlerim bitince ise, dönmüştü arkasını bakmıştı öylece. Bana yaklaşan adımları içimde bir umut yeşermesine neden olmuştu ama sözleri, onlar kararı veren olmuştu.

"Madem vereceğin karar benim sözlerimde, o, zaman vazgeç Felix!"

Bu sefer arkasını dönüp gitmeye başlığında onu tuta bilecek sözlerim bile yoktu. Keşke izin verseydi onu, gerçeklerini anlatmama. Ama o, kararı verdi, ben kararı verdim. Bundan sonra ne yapacağım belliydi...

•••

Desamor; Lee Felix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin