Bahçeye çıktığımda derin bir nefes aldım. Soğuk hava burnumu yakarken üzerimdeki yün hırkaya biraz daha sarıldım.
Bir yıl geçmişti.
Siktiğimin hayatı Jimin'imi benden alalı; benim yanına gitmeme izin vermediği bir yıl geçmişti. Üç yüz altmış beş gün. Ne kadar çok değil mi?
Nefes aldığım, yaşadığım -buna yaşamak demezdim- bir yılı rehabilitasyon merkezinde tamamlamıştım. Jimin'in gittiğini öğrendikten sonra onun yanına gitmek istemiştim. Birkaç kez intihar etmeyi denediğim için en sonunda burayı boylamıştım.
Arada birkaç arkadaşım geliyor, kafamı dağıtmak için benimle sohbet ediyorlardı ama onları pek dinlemiyordum. Zaten yaşayan ölü gibiydim. Kalbim atıyordu ama boşa. Benim kalbim Jimin için atardı. O yokken neden atacaktı ki?
Tekrar derin bir nefes aldım. Kısa kestiğim şekilsiz saçlarımı elimle geriye taradıktan sonra yeniden hırkama sarıldım. Uyuşan bacaklarımı açmak için birkaç adım attım ama arkamdan bana seslenen hemşireyle duraksamak zorunda kaldım.
"Ha Sooyoung, ziyaretçin var."
Annem gelmişti kesin. Ya da kızlar. Gerçi, kızlar daha dün gelmişti. Dündü, galiba. Bilmiyorum. Gün kavramım pek kalmadı.
Önümde ilerleyen hemşireyi takip ederken aklıma Jimin'le kar yağdığında yürüyüşe çıktığımız zamanlar geldi. O önden ilerliyordu, ben de onun ayak izlerine basarak ilerliyordum. Her şeyde o vardı. Nereye baksam, nereye gitsem ona dair bir şeyler beynimi meşgul ediyordu. Bu yüzden iyileşemiyordum. Hoş, iyileşmek de istemiyordum.
Görüşmelerin yapıldığı odaya geldiğimizde, ortadaki masada oturan adam hariç odayı bomboş görmek beni şaşırttı. İlla birileri olurdu normalde.
Çatık kaşlarımla yüzünü şapkanın kapattığı adamın oturduğu masaya doğru ilerledim. Sandalyeyi çekip oturdum ama tüm bunlar olurken ne konuşmuştuk ne de yüzünü görebilmiştim.
"Kimsin?"dedim uzadıkça uzayan sessizliği bozmak için.
Belki de Namjoon'du. Arada ziyaretime gelirdi. Jimin'e bunu yapanların peşinde olduklarını söylerdi. Geçenlerde yakalandıklarını da söylemişti galiba. Ya da o benim rüyamdı. Bilmiyorum. Gerçekle rüyayı da pek ayırt edemiyorum artık.
Elini kaldırıp şapkasına getirdi. Bunu bilerek mi bu kadar yavaş yapıyordu? Kim olduğunu bilsem şapkayı çeker çıkarırdım.
Bitmeyecek gibi gelen sürenin ardından sonunda şapkayı çıkartıp, sarı saçlarını açığa çıkarttığında çatık kaşlarım daha da çatıldı.
Şapkanın çıkması hiçbir şeye yaramamıştı. Gözlerinde gözlük, ağzında maske vardı.
Ama aklıma gelen şeyle çatık kaşlarım düzeldi.
Jimin de hep saçlarını sarı yapmak istediğini söylüyordu. Ben de eğer o sarı yaparsa pembe yapacağımı söylemiştim. Bana pembe saçla peri gibi gözükeceğimi söylemişti.
Onu özlemiştim.
"Oyun oynayacak vaktim yok. Kimsen göster yoksa gidiyorum."dedim dolan gözlerimi saklamak için sinirle.
Bu sefer hızlıca gözlüğü ve maskeyi çıkarttığında ortaya çıkan suratla yutkundum.
Dolu gözlerime inat alayla güldüm.
"Kafayı yedim sonunda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire ✔
Fanfiction[ha sooyoung & park jimin] hasooyoungy: Sen ateşsin, Park Jimin. 141020-121120