Uyanıp yavaşça kendine gelmeye başladığında havanın karanlık olduğundan neredeyse emindi. Siyah perdeleri açıp camdan baktığında kar yağdığını gördü. Sokaklar ne kadar da huzurlu görünüyordu.
Mutfağa gidip küçük bir cezvede su ısıtmaya başladı. Hazır kahve paketini bardağa dökerken gözü bu sefer mutfak camına kaydı. Hava aydınlanmaya başlamıştı bile. İzin günüydü ve gün boyu herhangi bir sorumluluğu olmayacağını bilmek güzeldi. Kahvesiyle camın önüne oturup havada süzülen beyaz noktacıkları izlemeye başladı.
Karı hep sevmişti. Eldivensiz dokunabildiği sayılı şeylerden olmasına karşılık, eldiven olmadan dokununca rahatsız hissettiği tek şeydi de. Bu durum canını sıksa da parmaklarının, dokunduğu bir şeye zarar vermemesi hissi inanılmazdı. Özgür hissettiriyordu.
Dışarıda gezen çiftlere baktı. Elleri birbirine kenetlenmiş olan çiftlere, avucundaki tenin sıcaklığını hissetmekte özgür olan ellere...
Size saçma gelebilir belki ama canını en çok acıtan şeylerden biriydi bu. Harold asırlar da geçse sevdiği insanı çıplak elleriyle hissedemeyecekti. Hissettiği an, sevdiği artık etten kemikten olmazdı. Artık 'insan' olmazdı. Parlaklığıyla göz alan, asaletiyle ve gösterişli dokusuyla bir değerli taş parçasına dönüşürdü.
Hayır, Harold büyücü falan değildi. Sihirlere ve büyülere de inanmazdı aslında. Ama onun başına ne, nasıl geldiyse bir lanet olduğu kesindi. Zaman geçtikçe etkisi artanlardan.
Küçükken bu laneti bastırabilmek daha kolaydı. Bilirsiniz, sokaklarda koşup oynayabildiğiniz zamanlar hep daha kolay olmuştur. Hayatınızın o döneminde komşularınızın misafirliğinde yanaklarınızın sıkılarak ne kadar büyüdüğünüzle veya gittikçe olgunlaştığınızla ilgili yapılan yorumlar katlanılmaz gelirdi. Sanki siz büyüdükçe sorunlarınız da hiç büyümeyecekmiş gibiydi değil mi?
O daha çok küçükken lanetin kendini gösterdiği zamanlar belli başlıydı, bu zamanlarda bilirdiniz ki Harold yoğun duygular içinde olurdu. Ne hissettiği önemli değildi sadece ne kadar derinden hissettiği önemliydi. Örneğin 10. yaş hediyesi olarak aldığı gitarı görünce ne kadar mutlu olduğunu görmeliydiniz. Hatta gitar çantası günün sonunda artık bir çanta değildi, öyle bir mutluluk. Ne şans ki o an elinde olan gitar değil de sadece çantasıydı. Ablası Gemma haftalıklarını biriktirerek aldığı gitarın altına döndüğünü görseydi Harold'a neler yapardı. Ya da çok daha küçük yaşlarında salıncak sırasının gelmesini beklerken önüne geçen çocuğu durdurmaya çalıştığında dengesini kaybedip yere düştüğü için o kadar utanmıştı ki elinin altında kalan kum taneleri altın olmuştu. Neyse ki yerden kalkarken kumu karıştırmıştı da insanlar bir şey fark etmemişti. O yaştaki bir çocuğun bunu akıl edememesi gerekirdi.
Kahvesinin çoktan soğuduğunu fark etti ama yine de içti. Tekrar ısıtmak için fazla yorgundu. Mental olarak.
Düşüncelerine geri dönerek ablasını özlediğini hissetti. Ah Gemma... Keşke birlikte geçirdiğimiz süre bu kadar kısa olmasaydı, diye geçirdi içinden. O hep daha güçlü olan kardeşti. İkisini ayağa kaldıran da her seferinde Gemma olmuştu. Ama her kahramanın yaşadıklarının ağır geldiği bir son yaşanır. Arkamızda sonsuza kadar duracak sandığımız herkes bir gün tükenir.
Harold gözlerini tavana dikip başını arkasındaki duvara yasladı. Gözyaşlarını geri itmek istemişti.
Eskiden açtığı oyunun bölümlerini geçemeyince ablası seviyeyi düşürürdü. Şimdi hayatını önüne yıkıp "Bu bana zor geldi!" diyebileceği kimsesi yoktu.
Elindeki birkaç yudum içilmiş, neredeyse dolu bardağa baktı. Ayağa kalkıp tezgaha bıraktı. Belki kendi yükünü paylaşmak isterken ablasına fazla vermişti. Hep lanetini suçlamıştı bunun için ama belki de suçlaması gereken kendisiydi. Neden başından beri böyle olmak zorundaydı? Bu hayatı kim yaşamak isterdi ki?
Bu sefer fiziksel olarak yorulduğunu hissedince ellerini bardaktan çekip tezgaha dayadı. Güç almaya çalışıyordu. Bir şeylere vurup kırmak istiyordu ama kime isyan edecekti, kim duyacaktı sesini? Bunun yerine kollarını kendisine sardı. Sırtını dolap kapağına yaslayıp kayarak yere oturdu. Katlanarak küçücük oldu. Yok olmak istiyordu ve bu yeni bir düşünce değildi. Ağladığını eldiveninin üstüne düşen damlayla anladı. Bu hıçkırarak ağlamaya başlamadan önceki son noktaydı. Kafasını dizlerine kapattı. Sarsılarak deli gibi ağlıyordu. Üşüdüğünü hissetti. İmkanı varmış gibi kollarını daha çok sıkılaştırdı çünkü onu tutacak kimse yoktu.
Kafasını kaldırıp sertçe arkasındaki dolaba vurdu. "Yeter artık!" Hıçkırdı. "Yalvarırım, bitsin..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GOLDEN | l.s. ✔
FanfictionLouis Harry'nin en değerlisi, Harry de Louis'nin değerini en güzel bilendi. - Bir 28 Eylül günü, Larry bd geçirirken yazılmaya karar verilen bir hikayedir. - Neredeyse hiç pronoun kullanılmamıştır. 30.12.20 1.11 a.m