5

55 15 0
                                    

Yeosang ile Jongho'nun peşinden giderken, Yeosang söze girdi. "Ama mektubu beni cidden etkiledi. Özellikle odasında bulunan iki televizyon ve bilgisayarını bağışladığını söylediği kısım!" Rehberlik dersinin olduğu sınıfa geldiklerinde Yeosang ondan ayrılıp odanın diğer ucuna, Jongho'nun yanına ilerledi.

Wooyoung ise boş bulduğu ilk yere oturdu. Tüm oda puflarla döşenmişti. Duvarlar motivasyon konulu yazılarla doluydu. Geri  kalan çoğu yer absürt çıkartmalarla doluydu. Bayan Park neredeyse dans ederek içeri girdi. "Merhaba canlarım! Bugün size Park Seonghwa'nın mektubunu getirdim. O kadar duygulu ki! Hepinizin okumasını ve size ne hissettirdiğini anlatmanızı istiyorum."

Wooyoung eliyle ağzını kapatıp gülmeye başladı. Herkes mektubu gerçekten Seonghwa'nın yazdığını sanıyordu, o çoğu kelimenin doğru yazılışını bile bilmezdi. Bayan Park ona dönüp ilk onun konuşmasını istediğinde sanki ağlıyormuş gibi yapmaya başladı. "Senin için zor olduğunu biliyorum. Ama yine de anlatman gerek!"

"O benim için özeldi. Bana çok yardımcı olmuştu. Birlikte çok uzun zaman geçiremedik ama onu çok severdim." Wooyoung hafif çatlayan sesiyle bir şeyler saçmalamaya başladı. Bayan Park ve tüm öğrenciler ona inanmış görünüyordu.

"Birazdan televizyon ekibi burada olacak. Onlar geldiğinde onlara da anlatmanızı istiyorum çocuklar."

*****

Televizyon ekibi geldiğinde Wooyoung oradan kaçmıştı. Evine gelmişti. Bahçeye geçtiğinde annesi örgü örüyor babası ise gazetesini okuyordu, yine. "Peki, günün nasıl geçti?"  

"Arkadaşına yazık oldu." Önündeki çöreklerden ağzına attı.

"Sakindi. Ama şimdi cenazesi için hazırlanmalıyım." Son bir çörek daha atıp anne babasını beklemeden odasına geçti.

*****

Cenazenin olacağı kiliseye geldiğinde içerisi neredeyse dolmuştu bile. Arka taraflarda bir yere geçti. Yeosang ve Jongho en önde oturuyorlardı. Kapağı açık tabutun içindeki güzelce giydirilmiş Seonghwa'nın tam önünde. Cenaze başladığında papaz dua okurken Wooyoung yanında bir hareketlilik hissetti. Kafasını çevirdiğinde tamamen siyah giyinmiş Seonghwa'yı gördü. 

"Ah, Wooyoung. Öbür taraf çok sıkıcı, inanabiliyor musun?"

"Ne?" Wooyoung büyümüş gözlerle hayaletine bakıyordu. İlk kez birinin ölümüne sebebiyet verdiğinden zihni ona oyun mu oynuyordu?

"Duydun işte. Orada hiç eğlenemiyorum." Wooyoung sanki bu normal bir şeymiş gibi kafa salladı. Cenaze bittiğinde Wooyoung hayaletten kurtulmuştu. Yeosang ve Jongho yanına geldiler.

"Henüz çok gençti. Yapacak çok şeyi vardı." Yeosang, Seonghwa'yı çok seviyordu ve onun intiharı onu gerçekten yıkmıştı. Wooyoung sadece onun bu halini gördüğünde pişman oluyordu.

"Ben eve gidiyorum. Cenaze ortamı beni geriyor." Jongho el sallayıp oradan uzaklaşınca San onların yanına geldi.

"Wooyoung'ı alabilir miyim?" Yeosang güldü ve sorun olmayacağını söyleyerek oradan uzaklaştı.

San, bir kolunu Wooyoung'ın omzuna attı ve birlikte 7/11'a gittiler. San her zamanki gibi kendine mavi buzlaşlardan aldı. Wooyoung ise kırmızı olanını tercih etmişti bu sefer.

*****

Akşam Wooyoung sonunda eve döndüğünde Yeosang onu aramış ve çiftlikteki buluşmaya davet etmişti.
"Normalde Seonghwa ile gidecektim. Jongho pek sevmiyor çiftliği çünkü ama Seonghwa şimdi gidince... Gelmek ister misin?"

𝐒𝐞𝐯𝐞𝐧𝐭𝐞𝐞𝐧Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin