07: kimi zaman geldi

1.1K 183 109
                                    


Flashback: 3 Mayıs 2018, Pazar.

"Yavaş olsana, yetişemiyorum."

Beni dinlemiyor. Hatta duyduğuna bile emin değilim, kulaklarını tıkamış bana bir kere. Umrunda değilim şu an.

"Jeongin, yavaşla."

Arkasını dönüp kaşlarını çatıyor, büzülen dudaklarıyla birlikte. Gülüyorum. Öpülecek çok yerim var demek bu. Kapıyorum mesajı anında.

"Sen de koşsana o zaman, ne o? Yaşlı dedeler gibi yürüyorsun sadece."

Söylenirken yanına varmayı başarıyor ve belinden yakaladığım bedeni kendime çekip şakaklarından öpmeye başlıyorum. Boynuma sarılıp eşlik ediyor gülüşlerime. Ayrıldığımızda ise şeytani bir gülümseme kaplıyor dudaklarını. Kaldığı yerden devam ediyor koşmaya. Bu defa geride kalmayacağım tabii ki.

Boş bir arazideyiz. Denizi görebiliyoruz fakat oraya varmak beş on dakikamızı alabilir. Biz de yerini az önce keşfettiğimiz çiçek tarlasında değerlendiriyoruz günümüzü. Epeyce büyük bir kır burası, biraz ötemizde uzaktan fazlasıyla sevimli görünen bir değirmen var hatta. Bastığımız çimenlerin arasında birbirinden farklı renklerde binlerce çiçek. Jeongin aralarında koşarken ayırt etmekte zorlanıyorum onları birbirinden. Gülmeye devam ediyorum sonra.

"Şunun güzelliğine baksana."

Eğildiği yerde gözlerini kısmış, işaret ettiği çiçeğin güzelliğine gülümsüyor. Yanına vardığımda çimenlerin üzerine oturmuş ve seyretmeye başlamıştım onu.

"Çok güzel değil mi?"

"Çok güzel."

Cümlemi ona bakarken kurduğum için uzanıp saçlarımı karıştırıyor. Kızarsa şu yanaklar bir de, tamamlanacak kadro. Parmağının ucuyla hafifçe dokunduğu çiçeğe veda edip ayaklanıyor ve tekrar koşmaya başlıyor.

Resmen bir çiçeğin bir çiçeği sevişine eşlik ettim az önce.

Oturduğum yerden kalkıyorum bıkmadan. Koşmaya başlıyorum onun gibi. Peşinden gittiğimi anladığında neşe dolu çığlıkları yükseliyor göğe. Onu yakaladığımda olacakları biliyor çünkü. Her ne kadar hoşuna gitse de küçük bir çocuk gibi utanmadan edemiyor işte. Aptal sevgilim benim.

Dakikalarca koşuyoruz. Bazen uzun boylu çiçeklerin etrafından dolanıyor, bazen de zıplayıp duruyor koştuğu güzergâhta aniden. Muhtemelen küçük çiçekler görüp basmaktan kaçınıyor. Kalbinden öpmek istiyorum onu dolu dolu. Yapabildiğim tek şey ise peşinden koşmaya devam etmek.

Nefes nefese kalıyoruz ikimiz de, hemen hemen on dakikanın ardından. Bir insanın enerjisi hiç mi bitmez? Bitmiyor işte.

Bulduğum ilk yere atıyorum kendimi. Dirseklerimi yaslıyorum çimenlere, ayaklarımı uzatıyorum. Pes ettiğimi anladığı an yanıma gelip bağdaş kuruyor yerde. Yüzündeki gülüş hiç silinmemiş, hâlâ burayı ilk bulduğumuz anki kadar taze.

"Kendini bulman için burayı daha önce keşfetmemiz gerekiyormuş, desene."

Cevap vermeden gülmeye devam ediyor. Etrafımızdaki çiçekler ile ilgilenmeye başlıyor sonra. Öyle ilgili ki onlara karşı, kendinin onlardan bir farkı olmadığını anlasa ne yapar kim bilir.

Kolumu başımın altına siper edip uzandığımda onun olduğu tarafa dönüyorum. Hemen yanında küçük bir çiçek topluluğu var. Aralarında da adını bilmediğim ama pek alımlı olan çiçekler. Morun en güzel tonunu bulmuşlar resmen.

"Şunlar da çok güzelmiş bak."

Benim baktığım yere döndüğünde küçük bir çocuk heyecanıyla gülümsüyor. Gözleri kocaman açıldığında ben de gülümsüyorum.

what am i?│hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin