Flashback: 12 Ocak 2015, Perşembe."Gözlerime bak."
Dudakları gibi ince bir çizgi hâlini alıyor gözleri gülümserken. Bu nasıl mümkün olabilir diyorum, nasıl bu kadar güzel gülümseyebilir.
"Gözlerime bak Jeongin-ah."
Sağına çeviriyor başını. Aptal sevgilim benim. Duvarla bedenim arasındayken kaçabilecek yeri olduğunu sanıyor. Yaklaşıp sağına döndüğü için belirginleşen çene kemiğininden öpüyorum onu önce. Omuzlarının havalanması gülümsememe neden oluyor. Huylanıyor resmen. Yüzümdeki tebessüm büyürken bana dönüyor. Güldüğüm için daha çok utanıyor ve daha çok kısılıyor gözleri. Saniye kaybetmeden dudaklarına bastırıyorum bu defa dudaklarımı. Benimkiler kapalı olsa bile şu anda onun gözlerinin iri iri açıldığını biliyorum. Birazdan ayrıldığımda bir ton söylenecek hatta, bunu da. Ayrılmıyorum ama. Dakikalarca seviyorum yumuşak etini. Omuzlarımı itiyor beceriksizce, parmak uçlarına kalkıp iniyor dudaklarımız ayrılsın diye. Ama bırakmıyorum. Tüm bu çabası karşısında dayanamayıp güldüğüm için kopabiliyorum dudaklarından ancak.
"Aptal! Aptalsın!"
Yüzümü biraz geri çekiyor, susmayacağını anladığımda tamamen ayrılıyorum önünden. Gülmeye devam ederken arkamızdaki masaya oturuyor, onun endişeyle etrafta dolanan bedenini izlemeye koyuluyorum.
"Nerede olduğumuzu unuttun galiba, ya hocalardan biri içeriye girseydi?"
Hâlâ gülüyorum. Bu şekilde onu öpme isteğimi arttırıyor çünkü.
"Birilerine yakalananilirdik."
"Burada tuvaller, boyalar, fırçalar bir de sıralardan başka kimse yok."
"Bir daha beni okuldayken öpme Hyunjin."
"Yani seni tekrar öpmemi istiyorsun."
"Ben onu demek istemedim."
Cümlesini tamamlamadan kahkaha atmaya başladığım için son kelimelerini söylerken asılmıştı suratı. Yeniden ona yaklaştırdığım bedenimi beş yaşındaki bir çocuğun siniriyle iterken bunu umursamamış ve bir şekilde ulaştığım bedenini kollarından tutup tekrar öpmüştüm. Sol gözünün hemen altından. Kaşları çatıktı ama hoşuna gittiğine resmen emindim.
"Hyunjin!"
Tekrar yüksek sesle bağırdığında bu defa hızla sıraların arasında koşmaya başlamıştım. Peşimden koşuyordu o da. Elim sende oynayan çocuklardan hiçbir farkımız yoktu. Birkaç tuval devrilmiş, çarptığımız raflardaki boyalar okul gömleklerimizi lekelemişti.
Sıraların arasındaki ayak izlerimizi devrilen tuvaller, bizi ise üzerimize bulaşan renkler yakalamıştı o gün hocalar yerine. Dudaklarıma ilk kez bulaşan bu renk kalbime kadar işlemiş, daha önce hiçbir yerde görmediğim ve güzelliğine hiçbir şekilde şahitlik edemediğim renklerden ibaret olmuştu hayatım.
—
"İşte, ilk öpücüğünü böyle aldın."
Dikkatle beni dinlemesi gereken yerde pencereden dışarıya bakıyor. Belki aklında bir şey canlanır diye en ince ayrıntısına kadar anlatmıştım oysa. Hiçbir mimik oynatmıyor.
"Uykum var."
Yine beni başından savmak istediği dakikalardayız belli ki. Yavaşça olumlu anlamda sallıyorum başımı. Yaslandığım sandalyeden kalkıyor ve arkasındaki yastıkları düzeltiyorum. Yerinde biraz daha rahat bir pozisyon edindiğinde alnına eğiliyorum ister istemez. Acımasız bir ses tonuyla "Hayır." diyor. Birbirine bastırıyorum alnına değdiremediğim dudaklarımı. İçim yanıyor ama engel olmaya çalışıyorum işte.
Güzel gözleri kapanıyor sonra. Üzerini örtüp uzaklaşıyorum eğildiğim yerden. Olabildiğince masum görünüyor ve bu şekilde beni öldürüyor. Güzelliği beni her geçen gün öldürüyor resmen. Alnındaki kalın bantı okşuyorum. Kirpikleri hareket edince kendime engel olmam gerektiği geliyor aklıma. Tekrar, bir de uzaktan süzüyorum onu. Yaraları bile o kadar güzel taşıyor ki. Hepsinden onun bedenini seçtikler için nefret ediyorum ama onlar bile benim sevgilimin bedeninde bir şekilde güzel durmayı başarıyorlar.
Tuttuğum nefesimi odadan çıkıp kapıyı arkamdan kapattığımda verebiliyorum yalnızca. Koridor sessiz. Tavandan asılan saatlerden birinde gece yarısını çoktan geçtiğimizi görüyorum.
Kimse yokken daha iyi düşüncesiyle ilerlemeye başlıyorum koridorda. Ana binaya kadar ilerliyorum hatta. Ayaklarımın yeri ezişini izlerken önüme bakmayı bayağıdır ihmal ettiğimi sertçe çarptığım beden sayesinde fark ediyorum. Kolundan sarkan beyaz önlüğü üzerinde görmeyişimin tuhaflığıyla kaşlarım çatılırken anında kendime geliyor, eğilerek af diliyorum.
"Üzgünüm efendim, dalmışım."
Önümdeki orta yaşlı adam önemli olmadığını belirtircesine gülümserken omuzumu patpatlamış ve bırakmadan önümüzdeki dinlenme köşesine doğrultmuştu adımlarını. Karşılıklı iki koltukta birbirimizi süzüyorduk öylece. Başımda şiddetli bir ağrı vardı ve bunun bakışlarıma yansıdığına emin olduğum için sorgulayıcı bakışlarını umursamayacaktım.
"Aklın onda, değil mi?"
Diyecek bir şeyim yok, umutsuzca başımı sallıyorum aşağı yukarı. Parmaklarım birbirine dolanıp duruyor.
"Eğer yeni uyuduysa endişelenme, ona verdiğimiz ilaçlar rahat uyumasını sağlayacaktır. Tüm geceyi nöbette geçirmene gerek yok yani, bununla görevli hemşirelerimiz var zaten."
Son cümlelerini kurarken tamamen gözlerime bakıyor. Berbat görünüyorsun demenin kibar hâliydi bu, değil mi?
"İstesem de yapamıyorum." diyebiliyorum yalnızca. Gözlerim parmaklarımdan ayrılmıyor.
"Sana çok zor bir sorumluluk yüklediğimin farkındayım, Hyunjin. Ama artık ailesi olmayan bir insan söz konusu. Senden başka yardımcı olabilecek kimsesi yok."
Bunlar günlerdir kendime kanıtlamaya çalıştığım şeyler zaten, sürekli söyleyerek acımı tazelemeye mi çalışıyor acaba diye düşünmeden edemiyorum. Nedeni hakkında en ufak fikrim yok.
"Ona anılarınızdan bahsetmeye başladın mı?"
"Deniyorum, ama hiç oralı olmuyor. Umrunda değilim. Gücü olsa benim konuştuğum her saniye kulaklarını tıkayacak sanki."
Anladığını belirten bir tebessüm yerleşiyor karşımdaki adamın dudaklarına.
"Sana bu sorumluluğu yüklerken kolay olacağına dair bir şey söylememiştim zaten. O annesi ve babasını kaybetti Hyunjin. Sizin anılarınızı hatırlamak için çabalayacak olsa bile, hatırlamadığı iki insanın yokluğunu sindirmeye çalışıyor."
"Ama eğer hatırlamıyorsa neden-"
"Aceleci olma Hyunjin. Herkesin hissettiği bir ebeveyn ihtiyacı vardır. Hafızasını kaybedip onları tanımayacak hâle gelmiş olsa bile."
Adamın gözlüğünün arkasında üzülmeni istemiyorum demek isteyen, bu yüzden samimi bir şekilde kısılan gözlerinden yine çekiyorum bakışlarımı.
"Bay Kim, ya hiç geri gelmezse?"
Gözlüğünü düzeltip yerinde kıpırdıyor. Bu da canımı acıtmamak için yaptığı bir hazırlık, diye düşünüyorum gözlerimi devirirken.
"Bu senin elinde, Hyunjin. Biz elimizden geleni yaptık. Sıra sende. Unutma, onun tek ailesi sensin."
Beynim uyuşmuştu anında.
Tek ailesi, bendim.Gözlerimi ovuyorum parmaklarımla. Ayaklanıyor karşımdaki beden. Omuzumda hissediyorum elini yine. Sıcacık bir eli var. Ya da ben çok üşümüş de hissetmiyorum, emin değilim.
"Yanına dön Hyunjin. İyi bir uyku çek ve yarın tekrar dene. İhtiyacımız olan en önemli şey zaman."
Cevap vermiyorum. Ellerim yüzüme kapalıyken omuzumdaki sıcaklık yok oluyor ve yalnız kalıyorum dinlenme alanında. Alnımı ovuyorum biraz. Bu ağrı beni öldürür diye düşünüyorum bir anlığına fakat iç sesim yanıldığımı söylüyor bana.
Beni öldürse kalbimin ağrısı bin kere öldürmüştü şimdiye.
05.29
ŞİMDİ OKUDUĞUN
what am i?│hyunin
Fanfiction"..Kimi zaman da ölümsüz aşkın kahramanı olur anemonlar." │05 - 07 Eylül 2020