Dün epey sakin bir gündü bizim için. Bana sarılıp ağladığı dakikalar geçmek bilmese de sonrasında ona getirdiğim bütün yemekleri itiraz etmeden yemiş, saçlarını taramama izin vermiş ve ona anlattığım her şeyi dikkatle dinlemişti.Ailesini anlatmıştım ona. Annesinin nasıl bir kadın olduğunu, onunla ne kadar iyi anlaştığını. Babasının işini ve ayda en az iki kere balık tutmaya gittikleri gölü. Bir keresinde beni de davet ettiklerinde ne kadar gerildiğimi ve haftalarca bunun dalgasını geçtiğini bile üstelik. Beni tamamen bir yabancı gibi dinliyordu. Bıkmamıştım ama, pes etmemiş ve anlatmaya devam etmiştim. Nasıl tanıştığımızı ve birlikte bisiklet sürmeye gittiğimiz sahili. Okuduğumuz okuldaki hocalara verdiğimiz takma isimleri, hep bir haylazlık peşinde koştuğumuz okul gezilerini. En sevdiği yemeği, rengi, sanatçıları, hepsini. İlk kez duyuyormuş gibi tepkiler vermesi normal bir insana ne kadar tuhaf gelse de hiçbir şekilde garipsemiyordum bu durumu. Yeter ki üzülmesin diye.
Şimdi ise uzandığı yatakta beni yanına almış, parmaklarım arasındaki telefona bakıyor. Ona ait klasörümde geziyoruz birlikte. Bir sürü fotoğrafımız var, Doktor Kim fotoğrafların da çok etkili olacağını söylemişti.
"Yüzme biliyor muyum?"
Bakmakta olduğumuz fotoğrafı yakınlaştırarak yüzüne tutuyorum kaşlarım kalkarken.
"Yüzündeki şu şeytani bakışları görmüyor musun? Bakma sen üzerine kum attım diye sinirli oluşuna. Sonra uzaklara açılmamda bana eşlik etmiştin ama dalga geliyor diye uyarmayıp kaçmıştın hemen yanımdan. Ben o kocaman dalganın altında kalırken sen nasıl olduysa ondan önce kıyıya yüzmüştün bile."
Gülmeye başlıyor fotoğrafa bakarken. Kalbim hızlanıyor. Alnındaki bantlar yerini korurken gülüşüyle aynı yüzde bir araya gelmesin istiyorum ama ne çare. Sadece dudaklarına bakmaktan yana kullanıyorum elimdeki fırsatı.
"Çok kötüyüm."
Sen kötünün ne olduğunu nereden bileceksin, sevgilim? Kandırma beni.
"Hak ettiğim içindir. Ne demek sana kum atmak?"
Düzeltmeye çalışıyorum düşüncesini. Güldüğü için ciddi olmadığını biliyorum ama yine de aklının ucundan bile geçmesini istemem bu düşüncenin.
"Bunu da mı ben yaptım?"
Yanaklarımın yaş pasta kreması ile kaplı olduğu fotoğrafı açıyor. Epey(!) mutlu görünüyorum.
"Onu da hak etmiştim. Elindeki pastanın mumlarını bana söylediğin doğum günü şarkısını bitirmeden üflemiştim. Yüzümü pastaya bulamayıp ne yapacaktın?"
Tüm bunları anlatırken ne kadar huysuz bir sevgilim olduğunu hatırlıyorum. Öpmek istiyorum onu ama şimdi olmaz sanırım.
"Bu sana piyano çalmayı öğrettiğim gün mü?"
"Değil. Birkaç kere beni pratik yapmaya götürdün çünkü kafaya taktığın zaman tutamıyoruz seni. Çalmayı öğrenemesem bile illa o parçayı ezberletecektin bana. Dinlemediğim için kızdığın zamanlarda fazlasıyla geçerli bir nedenim olduğunu anlaman için çekmiştim bunu. Ne kadar güzel göründüğüne bir baksana."
Dudaklarını birbirinden ayırmadan gülümsüyor. Yine öpmek istiyorum. Dayanmak yemin ederim çok zor.
"Seni öpebilir miyim?"
Birkaç saniye sessizlik oluyor. Gözlerini daha bana çıkarmadan telefonumun ekranından başka bir fotoğraf açıyor ve heyecanla büyüyor gözleri.
"Bak, burada öpmüşsün."
Onun çektiği bir fotoğrafı açmış. Telefonumla kendi kendine şebeklikler yapıyor diye öpmeyeceğimi mi sanmış cidden?
"O zaman da çok güzeldin."
"Şimdi güzel değilim."
Sakın buna başlama, Jeongin.
Yapma bunu sevgilim.Bana döndürüyor yüzünü, tamamen görüş alanımda şimdi.
"Bak, yara bantlarıyla doluyum. Sesim anlattığın kadar güzel değil. Öpmeye doyamadığını iddia ettiğin ellerime adam akıllı baktın mı hiç?"
Beynimden vurulmuşa dönüyorum.
Hak veriyorum ama, doğru söylüyor.
Nereden bilecek sonuçta, kusursuz görünen kusurlara sahip olduğunu?
"Sana ne zaman inanmak istesem, hafızamın geri geldiğini sanar gibi olsam öylece kalıyorum."
Zorlukla yutkunup alnından öpüyorum onu. Dudağım alnındaki yara bandına değdiğinde ne olur acıyı onun yerine ben hissedeyim diye dua ediyorum içimden. Az önce yumduğum gözlerim aralanırken karşımda yeni taradığım saçları var yalnızca. Burukça gülümseyip geri çekiliyor ve telefonu geri alıyorum.
"Saçlarını nasıl sarı yaptığımızı görmek ister misin?"
Konuyu değiştirmek zorundayım. Ona açıklama yaparsam, ne kadar güzel olduğunu anlatmaya çalışırsam ağlayacağımı biliyorum. Ona karşı çıkıp onunla yüzleşemem. Mahvolur tüm çabam. İçimden seveceğim seni, içimden sayıklayacağım kendime güzelliğini diyorum kendime. Dışarıya yansıttığım tek şey sarı saçlı fotoğraflarını ararken takındığım aptal bir tebessüm. O da karşı çıkmıyor zaten. Gücü yok eminim.
"Sen mi boyadın?" diye soruyor birkaç saniye sonra, fotoğrafını gösterdiğimde.
"Ben boyadım. Sen de benim saçlarımı sarı yapmak istiyordun ama sen o kadar güzel oldun ki, vakit kalmadı."
"Güzel olduğum için nasıl vakit kalmamış olabilir?"
Açtırma işte bana şu ağzımı be sevgilim.
İlla yanakların kızarsın da ben de kalbimden olayım, değil mi?"Saçlarını yıkarken benimle inatlaşmaya başladın. Ben de seni kıyafetlerinle birlikte soktum küvete ve baştan aşağıya ıslattım her yerini."
"Ah, bu acımasızca. Bunun için mi senin saçlarını boyamadık? Küçük çocuklar gibi oynadığımız için."
"Beni küvete çekerken hiç çocuk gibi görünmüyordun Jeongin-ah."
Yüzündeki gülüş siliniyor, içeriden yanağını ısırdığını görüyorum. Böyle bir anda gülmem ölümüm olur herhalde. Dudaklarımı birbirine bastırırken telefonu elimden alıp konuyu değiştirmek için başka fotoğraflar aramaya başlıyor.
"Daha önce hiç o kadar ateşli görünen küçük çocuklar görmemiştim ben mesela."
"Bu neymiş? Hangi gün bu?"
Açtığı fotoğrafları bana döndürürken başka şeyler anlatmamı bekliyor muhtemelen ama ben şu an yaşadığımız andan inanılmaz keyif alıyorum, değiştirmem bu konuyu hayatta.
"Neden ilk kez, tam anlamıyla benim olduğun geceyi dinlemek istemiyorsun? Bu da bir anı."
Ben pişkince sırıtırken yanaklarında dakikalardır yolunu gözlediğim kırmızılık beliriyor yavaş yavaş. Yine dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kalıyorum.
"Ben yoruldum galiba, daha sonra devam edelim."
Az önce denediklerinin bir işe yaramadığını anladığında telefonun ekranını kapatıyor ve hafiften oturur gibi olan pozisyonunu tamamen yatarak değiştiriyor. Yüzüme bakıp kalk demeye çalışıyor galiba bir yandan da. Küçük bir kahkahaya engel olamıyorum bu defa. Uzandığım yerden kalkıp sandalyeme geri otururken tam karşısında yer almış oluyorum. Bu az öncekinden daha verimli bir manzara. Yüzünü tamamen görebiliyorum.
"Hey, bana bakma!"
Ayaklarını haraketlendirerek isyan ediyor kendi çapında. Gülmeye ve yaslandığım yerden izlemeye devam ediyorum utanışlarını. Bu defa ellerini yüzüne kapatıyor. Onu ısırmamak için zor duruyorum.
"Uyuyacağım!" diyor parmaklarının arkasından. Gülüşlerim devam ederken yerimden kalkmadan uzanıyor ve parmaklarının üzerinden öpüyorum onu uykusuna uğurlamadan önce.
Saatlerce, uyku hâlindeki bedenin yüzündeki kırmızılıkların geçişini seyirlerken ben de uykunun kollarına esir düşüyorum.
6.18
ŞİMDİ OKUDUĞUN
what am i?│hyunin
Fanfic"..Kimi zaman da ölümsüz aşkın kahramanı olur anemonlar." │05 - 07 Eylül 2020