1.İçgüdü

800 212 828
                                    

    Bedenim küçük ve zayıftı. Ancak korunması gereken kişi ben değildim. Benim dışımdaki herkesti. Varlığım tanrıya bir hakaretti. Bedenim günahların en büyüğünü yaşatıyordu bana. Cehenneme gidecektim. Ölmeliydim. Hiç var olmamam gerekiyordu. Ben dünya üzerindeki hem en güzel hem de en kötü şeydim. Yine de yaşama iç güdülerim beni kaçmaya mecbur kılmıştı. Beni öldüreceklerdi. Ben bunu hak ediyordum. Benim için ölüm dışında bir şey düşünülemezdi. Varlığım tanrıya şirk koşmaktı. Peki, öyleyse tanrı beni neden yaratmıştı?

     Koştum. Vücudumu parçalamak istercesine hızlı yağan yağmura, saat gecenin bir yarısı olmasına rağmen koştum. Uykumda beni öldürmeye çalışan anne ve babamın arkamdan seslenişine rağmen...

''Mara!''

(...)

     Gecenin bir yarısı boğazımın kuruluğunu hissedip uyanmam öylesine bir şey miydi, yoksa tanrı ölmeme izin vermeyerek daha fazla acı çekmemi görmek mi istiyordu? Beni izlerken eğleniyor muydu? Umarım eğleniyorsundur tanrım.

     Uyanıp susuzluğumu dindirmek için mutfağa gitmek üzere yatağımdan kalktığımda karanlığa güvenerek maskemi takmadım. Zaten anne ve babamın gece uyanma gibi bir huyları da yoktu. Yine de karanlık olmasaydı maskeyi en azından yanıma alacağımı uyku sersemi bir şekilde düşündüm. Karanlık, insanları benden korurdu. Çünkü beni görmelerini engellerdi. Bu yüzden çoğu zaman kendimi karanlığa ait hissediyorum. Bir şehre ya da bir eve aitmişim gibi. Yine de insanların gözünün karanlığa alışma gibi bir huyu vardı. Yavaş yavaş alışır ve yüzümü seçmeye başlarlardı. Net olarak seçebildiklerindeyse artık onları kimse kurtaramazdı.     

     Küçük adımlarla sol elimi duvarlarda gezdirerek mutfağa ulaştığımda benim gözlerim de normal insan gözleri gibi karanlığa biraz olsun alışmıştı. Işığı açmayacaktım. Karanlığın beni kucaklaması hoşuma gidiyordu.    

      Direkt olarak tezgahın üzerinde olduğunu bildiğim su şişesine yöneldim. Tezgahın hemen üstünde duvara montelenmiş dolaptan bardak alırken gözüm artık çevremdeki her şeyi seçebiliyordu. Bardağa su doldururken arkamı dönüp tezgaha yaslandım ve perdeyle kapatılmamış pencereden dışarıya, zifiri karanlığa baktım. Yağmur yağıyordu. Yağmur da tıpkı karanlık gibi hayranı olduğum bir şeydi. Ancak bu sefer ilgimi çeken yağmur değil pencerenin kenarında hala bağlı duran perde olmuştu. Perdeler konusunda annemin ciddi bir takıntısı vardı. Yatma vakti gelince bütün perdelerin çekilmiş olduğundan emin olurdu. Bu takıntının nedenini kendisinin de bilmediğini söylerdi. Sadece kendini daha güvende hissetmesini sağlıyormuş. Ancak şimdi elimde su dolu bardakla ve su şişesiyle perdesi açık mutfak penceresine bakıyordum. İki seçenek vardı. Ya unutmuştu ya da bilerek açık bırakmıştı. İkisi de yirmi yıldır hayatımda olan annem için imkansız ihtimallerdi. Kendimi bildim bileli bu perde takıntısı vardı. Belki de artık takıntısı geçmişti. Bu da imkansıza yakın bir ihtimaldi. Yarın bunu ona sormaya karar vererek elimdeki suyu kana kana içtim.     

     Su boğazımdan akarken rahatladığımı hissettim. Annem ve babamın aksine benim gece yarısı uyanmalarım olurdu ama yatağımda bir süre döndükten sonra tekrar uyurdum. Yatağımdan hiç ayrılmazdım. Ama inanılmaz derecede susamıştım. Belki de rüyamda koşmuşumdur ya da çok konuşmuşumdur. Bilemiyorum. Genelde rüyalarımı hatırlamam.     

     Susuzluğumu dindirmemle beraber elimdeki su şişesini ve bardağı tekrar arkama dönüp tezgaha yavaşça koydum. Tam odama dönmek üzere harekete geçecektim ki annem ve babamın mutfağın hemen karşısındaki yatak odalarından gelen fısıltılı konuşmalarını duydum. Uyanıklardı. Mutfağa gelirler miydi? Hayır, beni böyle görmemeleri gerekiyordu. Maskesiz...Yüzümü, ellerimi, çorapsız ayaklarımı... Tenimi hiçbir şekilde görmemeleri gerekiyordu. Ellerimi pijamamın ceplerine geçirebilirdim ama yüzümü nasıl saklayacaktım? Yüzümü de örtecek bir şeyler düşünürken fısıldaşmalardan seçebildiğim bazı kelimeler hiçbir şey yapamadan öylece tezgaha dönük kalmama neden oldu.

MÜKEMMELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin