2. Coincidence

272 45 47
                                    


Seul'de günlük güneşlik havalar zor bulunurdu.

Genellikle kasveti ve yağmurlarıyla tanıdığım bu şehir, benim gibi çaresizler için tam bir melankoli havasındaydı. Güzeldi, kafamın içinde boğulmak için fazla güzeldi.

Yeni çıktığım marketten elimde tuttuğum pipetli meyve suyuyla, üzerimde günlük güneşlik havaya rağmen sahip olduğum soluk kıyafetlerle Gangnam'ın alelade sokaklarından birinde yürüyordum. Böyle havaları bulmak zor olduğundan etraf insan kaynıyordu.

Zaten Seul ne zaman sakin olmuştu ki? Hep bir kalabalık vardı buralarda.

Zihnimin içi de tıpkı yürüdüğüm sokaklar gibi kalabalık olduğundan önüme bakmak benlik bir şey değildi. Öylesine dalmıştım ki ayakkabılarımın üzerinde parlayan demirlerin gözlerimi kamaştırması bile umrum dışıydı. Bakışlarım yerde, aklım uzaklardaydı.

Böyle güneşli bir günde belki de mutlu olmalıydım, fakat benlik değildi. Kendi kabusumda boğulmak her zaman daha önde geliyordu. Mutluluğu tattığım kısa anlar dizisi, güneşli günlerde dahi anılarıma ulaşamıyordu.

Umursamazdım. Gerçekten, yaşamım gereği çoğu şeyi umursamadan geçer, insanları takmazdım. Fakat iş bu ya, daldığım yerden beni çekip çıkaran yine o umursamadığım insanlar olmuştu.

Çoktan arkada bıraktığım kalabalıktan bir çığlık yükselmiş, onu diğer kadın çığlıkları takip etmişti.

"Aman Tanrım, gerçekten o!"

"İnanamıyorum, oppa merhaba!"

"Oppa güzel bir gün geçirin!"

"Oppa sizi çok seviyoruz!"

Diye normal bir zaman diliminde bu ses tonuyla söylenmeyen cümleler dikkatimi çektiğinden, yürüyüşüm yavaşlamıştı. Seul idollerin yeriydi, böylesine bir şehirde yolda yürürken bile ünlü birisiyle karşılaşma ihtimaliniz vardı. Fakat belki de ilk kez bir kalabalığın bu derece çıldırdığını duyuyordum.

Gözlerim bunun getirisiyle ayaklarımdan ayrılmış, elimdeki kutu dudaklarımdan çekilerek biraz uzaklaşmıştı. Bakışlarım yanımdaki yola döndüğünde siyah, lüks bir arabanın içinde ona rastlamıştım.

Tesadüfün böylesi mümkün mü, diye düşündüğüm saniyeler boyunca yavaş giden arabada hayranlarına selam vermesini ve arka tarafından gözüken ekip arkadaşının da aynı şeyi yapmasını izlemiştim.

O, her zamanki gibiydi. Çekici, parlak bakışlı, güzel gülüşlü. Bir idole aşık olacak kadar aptal değildim, yine de ona hayran olmamak akıl işi değildi. Çok dikkat çekiciydi ve kafamı yerden kaldırmama neden olan bu kalabalığa ilk kez teşekkür etmemi sağlamıştı.

Bir hayranın etkisiyle delicesine el salladığı sırada yüzünde fazlasıyla büyük bir gülüş hakimdi. Hayranlarını çok seviyordu, bunu onu yeni tanımaya başlayan birisi bile fark edebilirdi. Onlar, onun kalbinin önemli bir parçasıydı.

Tam el sallamayı bitirip kolunu arabanın camına yasladığı sırada gözleri bana dönmüştü. Tanrı'nın işi ya, hiç olmayacak bir adamla göz göze gelmiştim, hem de en aptal anımdayken. Gözleri benimkilerle kenetlendiğinde ben, elimde pipetli meyve suyu, gözlerimde şaşkınlık, üzerimde soluk kıyafetlerim ve kafamdaki karışıklıkla, yolun ortasında öylece durmuş ona bakıyordum.

Başka zaman bu halimden utanabilirdim, fakat buradan ayrıldıktan sonra aklına bile gelmeyeceğim bir adamın karşısında utanmak o an için aptalca gelmişti. Bu nedenle de saniyeleri doğru kullanmış, dudaklarımda beliren yan gülüşle boştaki elimi havaya kaldırıp ona sallamıştım. Uyuşuktum, hareketlerim de benim gibi aceleci değildi.

sense of freedom || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin