Yalnızlığın ruhta yarattığı o hissi çok iyi bilirdim.
Bazen sıkışan nefesleri, daralan göğsünün acısını, üstüne üstüne gelen duvarların hissini ve en sevdiğine bile katlanamadığın o zamanları çok iyi bilirdim.
Etrafının insan kaplı olmasını, yine de kimsenin seni anlamamasını; en yakınım dediklerinden yardım beklediğinde sana dönülmüş sırtlarının neler hissettirdiğini; yardım çığlıklarının diğerlerine fısıltıdan daha alçak sesle ulaşmasının yarattığı çaresizliği. İyi bilirdim, hayal kırıklığının damakta bıraktığı o ekşimsi tadı.
Çünkü çok tatmıştım hepsini. Ezberleyecek kadar çok hem de.
Çok acımıştım. Çok ağlamıştım. Çok beklemiştim birinin beni anlamasını. Hep anlatacak birilerini beklemiştim, tüm hayatım boyunca içimdekileri korkusuzca birine dökebilmek istemiştim. Fakat istediğim ne olmuştu ki?
Artık vazgeçmiştim. Birini beklemiyordum, konuşacak birilerini istemiyordum. Bıkmıştım, yorulmuştum ve susuyordum. Artık etrafımdakilerin yıllarca kör kaldığı şeyleri birine anlatmanın bir önemi yoktu gözümde. Değersizdi ve değersiz olduğu için de konuşmaya gerek yoktu.
Anlatabiliyor muyum?
Alışıyordunuz bir yerden sonra.
Acınız, kininiz, nefretiniz, içinizde tuttuklarınız ne kadar büyük olursa olsun ona karşı yükselen sinirleriniz uyuşuyordu bir yerden sonra. Gereksiz kalıyordu bir zamanlar ihtiyaç duyulanlar.
Acılara bakış açım tam olarak buydu. Alışacağıma inanıyordum, bir yerden sonra artık o acıya karşı hissizleşeceğime ve üstünden geçip gideceğime inanıyordum.
Yine de ağlamayı durduramıyordum.
Yeni darbelerin üstesinden gelmeyi hiç beceremiyordum.
Ve birine ihtiyaç duyma hissi, yabancı hayatıma girdiğinden beri gitmiyordu.
Hala konuşma ve anlatma gereği duymasam da birinin yanımdaki varlığına ihtiyaç duyuyordum. Yanımda durduğu zaman yanımda olduğunu hissedebileceğim, bu yakıcı hissi yatıştırabilecek birilerine ihtiyacım vardı işte.
Bu yüzden olsa gerek, yanaklarımdan durmadan akan gözyaşlarıyla birlikte sindiğim bu bankta, yapabileceğim en olası hatalardan birini yapmıştım. Daha gözyaşlarım kurumadan, daha kendime gelemeden ve günün geceye yaklaştığını umursamadan telefonumu elime almış, baka baka ezberlediğim numarayı aramıştım.
İnsanların azlığını kullanarak sığındığım bu yerde, kendime çektiğim dizlerime sarılmış kollarım ve kulağıma yasladığım telefonla birlikte, ağlayışlarımı durdurmaya çalışarak beklemiştim bana cevap vermesini. Telefonunu açsın, sesini duyayım, yanıma gelsin, olmadı biraz konuşalım. O anlarda tek ihtiyaç duyduğum şey buydu ve gerçekten çok fazla istiyordum.
"Alo? Taehyung?" diyen sesi ahizenin diğer tarafından duyulduğunda, sesini ilk kez bu kadar net bir şekilde hissediyordum. Ve inanın bana, öylesine temiz, yumuşak bir ses tonu vardı ki bunu daha önce nasıl duyamadığımı anlayamamıştım.
"Taehyung?" dedi tekrardan. Onu bir süredir cevapsız bırakmış olabilirdim.
"Jungkook," dedim burnumu çekerek. Nefes sesleri bir anlığına kesildi. Bense buna takılmadan devam ettim konuşmaya. "Bana onu getirebilir misin?" diye mırıldandım.
"Ne?" dedi anında. Kafamı dizlerime yasladım, elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim.
"Duydun işte." dedim kısık sesle. Bir kere daha elimde olmadan burnumu çektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sense of freedom || taekook
Romance"Gündüzleri günün yıldızıyım, geceleri bir sokak yürüyüşçüsü. Birinde istediğim her şeye sahibim, diğerinde ihtiyacım olan. Fakat hiçbirinde seninle hayatlarımızdan kaçamak yapıp buluştuğumuz bu anlardaki gibi özgür ve huzurlu hissetmiyorum." 211120