Tarihten Kısa Korku Hikayeleri

214 2 0
                                    

Edirne’de tahliye edilip yıkılan bir köşkün duvarları arasında bulunan bir zarfın içinden çıkan ve ilk sayfasında “Pek vakitsiz terk-i diyar eyleyen talihsiz ve müteveffa Doktor Nazmi Bey’in hatıratının son sayfaları. Tahrir eden: Nazmi Bey’lerin aile ahbabı Selim. 12 Eylül 317 (25.09.1901)” yazan, herhangi bir defterden koparılmış birkaç sayfa. Tarihle haricinde elden geldiğince sadeleştirilerek yazıldı… Meçhul bir yazar.)

20 Ağustos 317 (2 Eylül 1901)

Edirne’den ayrılalı bir hayli zaman geçti ki döndüğümde yine aynı buldum. Çocukluğumun gençliğimin geçtiği o bahçeleri, sokakları şu yaşımda, belki yılların tesiri ile eskimiş olarak da olsa tekrar görmek, hatıralarımı adeta yeniden yaşadığım hissiyatını uyandırdı.

Mekteb-i Tıbbiye’den mezun olduğum sene Yunan Harbi patlak verince Edirne’ye bile uğrayamadan bazı gönüllü tabip hocalarımız ve bizden önce tabip çıkmış birkaç üst devreden meslektaşlarımızla birlikte cepheye gitmiştik. Burada uzun uzun o kanlı harp hatıralarını anlatmaya lüzum yok zira vakti zamanında bu satırlarda sayısız kere bahsettim. Ailem benden ancak harp bittikten sonra haber alabilmişti ki onları telaşa düşürmemek için haber vermemiştim. Manastır Vilayeti’ne getirilen Girit muhacirlerinin bulunduğu mahallerde de bu gönüllü hizmetimizi sürdürdükten sonra ihtiyaç hâsıl olduğundan Manastır Vilayeti’ne yerleşmiştim.

Edirne’ye dönmemekteki bu ısrarım biraz da gönül meselesiydi. Tıbbiye talebeliğim müddetince Edirne’ye gelip gitmelerim esnasında tanıdığım ve uzaktan uzağa şairane bir aşkla tutulduğum meşhur Dankilo hanımın acı hatırası! Talebeliğim bitmeden onun eşraftan Hacıoğlu Mestan Bey’e tutulması ve Edirne’den kaçamadan Hacıoğullarının kurşunlarıyla iki aşığın can vermesi! Edirne’ye avdetim esnasında o acı hatıranın mekânı olan taş köprüden geçerken nasıl da ürpermiştim! Ölüm! Sayısız ölüm görmeme, eşkıya baskınlarından harplere bir nice çeşidini görmeme rağmen halen korktuğum ölüm! Hayat dolu iki aşığın, iki genç bedenin akıbeti ölüm! İşte seneler boyu şehirden kaçmam bu acı hatıranın korkusuydu.

Seneler sonra beni Edirne’ye getiren ise Manastır’da komitacıların dağı taşı tutması olmuştu. Her gün Manastır’a basılan karakolların, vurulan postaların haberleri, ardından da yaralıları ve şehitleri gelmeye başlayınca o acıyı, o dehşeti daha fazla kaldıramamıştım. Maksadım köşkümüzün bir odasını muayenehane niyetine kullanmak. Belki daha az dehşetli hadiselerle karşılaşırım, Balkanlardan kalma korkularımı bir nebze de olsa dindirebilirim…

 21 Ağustos 317 (3 Eylül 1901) 

Bugün ilk hastamı muayene etmeye muvaffak oldum! Mumcular Sokağı’nın hemen başındaki tek göz dükkânında takkecilik yapan Süleyman Ağa, artık muhterem bey babamdan mı işitti bilinmez bizim fakirhaneye teşrif etti akşamüzeri. Sırt ağrılarından yakınınca hem ekseriyetle hareket etmesini salık verdim hem de ağrılarını dindirmesi için ağrı kesici bir tür bitkiden mamul, Manastır’da kocakarılardan öğrendiğim bir merhem tarifi önerdim. Bu merhemi ilk işittiğimde faydalarını haliyle yabana atmıştım. Öyle ya ben ilmin ve fennin son harikalarından başkasına pek kulak asmazdım halen de öyleyimdir. Ama bu merhemin doksanlık ihtiyarların bile çeşitli uzuv ağrılarını dindirdiğini görünce ben de bazı şifalı merhemler ve ilaçlarla birlikte hastalara tavsiye etmekteydim. Fen ve ilmin tedrisatından geçtikten sonra kocakarı ilaçlarından zarar gelecek değil a?

22 Ağustos 317 (4 Eylül 1901)

Bizim muayenehanenin namı artık ebeveynlerimin sağda solda övmesinden mi yahut Süleyman Ağa’nın herkese yaymasından bilinmez Edirne içerisinde söylenir olmuş olmalı. Sabahtan akşama dek muhtelif zamanlarda ekserisi nevazilden mustarip altı hasta gelip gitti. Bu aralar hava pek bir soğudu, gelen hastalara civarlarındaki diğer kimseleri de sıkı giyinmeleri ve üşütmeleri halinde ıhlamur yahut nane limon kaynatmalarını salık verdim.

Korkunç HikayelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin