3~ "TANIŞMA"

267 42 13
                                    

Kısa sürede kocaman bir aile olduk! Hepinize çok teşekkürler! İyi ki varsınız!

Dünya sevilmeye değer bir yer oluyor. Yavaş yavaş, korka korka olsa da yine de sevilmeye değer bir yer oluyor bazen. İçindeki insanlar sayesinde. Bazen bir kişi yaşamaya değer oluyor. Bazen ise bir toplum için yaşamaya değer oluyor. 

Hala dünya bizim için durmuştu, ikimiz için. Rüzgar ile ben için. Gözlerinin kahvesine, ciğerlerime bayram ettiren kokusuna, bir kez daha hayranlık duydum. Bir kez daha. Sadece kısa bir zamanda.

Gözlerinden kahverenginin en koyusu, en derini akıyordu gözlerime.

Sessizliğimizi bozan, bizim için duran zamanı devam ettiren şey Rüzgar'ın telefonunun çalması oldu. Kısık sesle bir küfür savurdu. Ve gözlerini, cebinden çıkartmaya çalıştığı telefonuna çevirdi. Bir ekranına baktı. Bir bana baktı. En sonunda yanımda hala durduğunu farkettiğim Burçin söze atıldı.

''Adın ne bilmiyorum ama, bildiğim tek şey bakışmayı kesmeniz, bizim buradan gitmemiz ve senin şu lanet telefonunu açman." diyerek dikkatleri -bakışları- üzerine topladı.

Koluna gizlice vurdum. Gizlice diyorum, ama Burçin bunu anlamayarak ;

"Ah! Ne vuruyorsun Oki." Kahretsin. Ben susması için sinirle Burçin'e bakarken, Rüzgar'ın susmuş olduğu telefonu tekrardan çalmaya başladı. Beklemediğim bir şekilde Rüzgar :

"Ben, gideyim o zaman." dedi. Sesi... Sesi saatlerce dinlenebilecek güzellikteydi. Derinden gelen ama yumuşak bir ses idi. 

"Bence de." bunu söyleyen Burçin'di. Kısık ses ile söylemişti ama bunu Rüzgar'ın duyduğuna emindim. Ah! Hayır adım Emin değil ama öyle söyledim. Ya hani öyle derler ya. İşte lafın gelişi. 

Kafamı bugün kaçıncı kez iki yana salladığımı saymadan, tekrardan salladım. Sokağın ortasında öylece dikilerek kaldığımızı farkettiğim an da hiçbir şey demeden Burçin'i kolundan çekerek sürükledim.

"Bu çocuğun gerçekten sorunları var Okyanus." bir an durdum.

"Nasıl yani?" dedim kaşlarımı çatarak.

Kafasını göstererek. "Kafadan bence. Bizi sokağın ortasında sibek gibi dikip bekletti. Garanti kafadan sorunları var."dedi.

"Of Buçi! Ciddi bir şey diyeceğini sanmıştım." diyerek kolundan sürüklemeye devam ettim.


***


Sabah Burçin'in yatağımda tepinmesi ile uyandım. Bas bayağı tepindi. Gerçekten tepindi. Bağıra bağıra tepindi. Sabah sabah bu kadar enerji onda nasıl toplandı bilmiyorum ama bilim adamları bunu öğrenip bir açıklama yapmaz ise bilime olan ufacık inancım yok olacak.

Şu an oturmuş, Burçin'in tuvaletten çıkmasını bekliyordum. Odam da telefonumun mesaj melodisi yankılanınca ayağı kalktım. Komodinin üzerinden telefonumu alıp, uzunca bir şifreyi yanlış girme olayından sonra mesajın kimden geldiğine baktım. Mert'in mesaj attığını görmem şaşırmama sebep oldu.

Kimden : Mert

Okula gelmek gibi bir planın var mı? Erken gelmek gibi. Kahvaltı falan için.

Bu mesaj gülümsememe neden oldu. Karşılık vermekte geç kalmadım.

Kime : Mert

 Gelmek gibi bir planım var. Ama Burçin yaklaşık on sekiz dakikadır tuvaletten çıkmıyor. Bu arada, mesaj paketi yapmışsın. Farketmedim sanma.

Gerçekten yaklaşık on sekiz dakikadır Burçin tuvaletten çıkmıyordu. Telefonu komodinin üstüne geri bıraktım. Odamdan çıkıp tuvaletin kapısına geldim. Kapıyı tıklattım.

"Burçin. Tuvalette n'apıyorsun kızım. On sekiz dakikadır çıkmıyorsun. Hadi, Mert kahvaltı yapmayı teklif etti." dedim.

Yaklaşık yarım saniye sonra tuvalet kapısı açıldı ve karşıma aşırı makyajlı bir Burçin çıktı.

"Bu..Bu ne hal?" daha önce bu kadar fazla makyaj yaptığını görmemiştim. Ağlamış mıydı?

"Burçin? Sen... Sen ağladın mı ?"

Hiçbir şey demeden yanımdan hızla geçip odama girdi. Bu onun dilinde 'evet ' demekti.


***


Hiçbir şey konuşmadık. Yol boyunca olsun, evden çıkarken olsun gerçekten hiçbir şey konuşmadık. Okul koridorunda Burçin'i konuşturmaya çalışıyordum.

"Burçin?"

"Okyanus?"

"Burçin?"

"Okyanus?"

"Burçin?"

"Biz seninle sürekli bu konuşmayı gerçekleştirmek zorunda mıyız, Okyanus?"dedi sinirle.

"Sen konuşana kadar, evet minyon."

"Minyon?" sesini yükseltmişti. Ben bir şey demeden konuşmaya devam etti. "Okyanus, yeter! Konuşmayacağım! Ayrıca bana 'minyon' diye hitap etme!" diye hışımla yanımdan geçti. Neden böyle bir şey yaptığını anlayamamıştım. Birinin koluna çarpmıştı. Ah! Hadi ama! Rüzgar'ın koluna mı ? Yapma.

Aslında Burçin adına Rüzgar ile konuşmama gerek yoktu. Ama Rüzgar'da beni ona çeken bir etken vardı ve bu etken çok ama çok güçlü idi. Yavaş adımlarla yanına yürüdüm. Gözlerini bana dikti. Yine o derinliği ile bakmaya başladı bana. Yanına ulaştım. Omuzlarımı dikleştirdim ve :

"Şey... Burçin... Az önce sana çarptı. Onun adına senden özür dilerim." dediğimde şaşırdı. O yoğun bakan kahverengi gözlerinden şaşkınlığın geçtiğini gördüm. Ama hemen sonra dudağının sağ tarafı havaya kalktı. İçtendi. Gamzeleri vardı. Ve bir kez daha yakışıklılığını farkettim. Yüzünün, her şeyinin kusursuzluğunu farkettim.

"Önemli değil. Gerçekten. Bu arada ben Rüzgar." diyip elini uzattı. Gülümsedim ve elinin içine elimi kaydırdım. Teni yumuşaktı. Sert yüz hatlarına rağmen gerçekten yumuşaktı.

"Tanıştığıma memnun oldum Rüzgar. Ben de Okyanus."

"Okyanus."dedi daha önce duymamuş gibi tekrar ederek.

"Değişik biliyorum."dedim kabul ederek.

"Değişik ama güzel isim." bir an gerçekten bayılacağımı sanmıştım. Sesi, gülüşü, kokusu, her şeyi ile beni kendine bağlayan. Her şeyi ile beni kendine mest ettiriyordu. 

Her şeyi ile beni gülümsetecek adam. Belki geleceğim olacak adam. Bugünüm olacak, yarınım olacak ve ya ömrüm olacak adam. Seveceğim adam sevdiğim adam.

AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin