yaklaşık iki yıldır olduğu gibi yatak odasındaki boş duvara bakıyordu gri saçlı genç. saçları uzamış, zaten uzun olan ön kısımları omuzlarını geçmişti. bir haftadır yıkanmadığından olsa gerek parlamıyordu güzel gri saçları. yataktan çıkacak gücü yoktu. zayıflıktan sadece kemiğe dönmüş bacaklarını yorgana sarmış, elindeki mürdüm yeşili broşu sıkıca tutarak bir şeyler mırıldanıyordu.
arkasında belli belirsiz bir nefes hissettiğinde yamuk bir gülümseme oluştu yüzünde. "yine mi geldin sevgilim..?" içindeki umutla arkasını döndüğünde yatağın diğer ucunda oturan bedeni gördü. kahverengi saçları her zamanki uzunluğunda, çenesinin biraz altında bitiyordu. dokunup okşamak istedi çok sevdiği saçları. "ben geldim, özledin mi beni?" güçsüzce başını salladı gri saçlı olan. çok özledim demek istedi, bana sarılır mısın demek istedi. küçük bir öpücük bile isteyebilirdi ama sadece susmayı tercih etti. iki yıldır neredeyse her gün yanına uğrayan sevgilisi bunların hiçbirini yapmamıştı.
"bugün ne anlatacaksın bana, benim görmediğim neyi açıklayacaksın..?" merak ediyordu, her geldiğinde ona fark etmediği şeyleri anlatıyordu sevgilisi. bu farkındalıkların sonunda insanlardan nefret edip evinden çıkmamaya başlamıştı. "bugün biraz üzüleceksin, ne var biliyor musun... dışarıdakiler seni tamamen unuttu. bak iki günde bir gelip seninle ilgilenen ryunosuke bile bir buçuk haftadır gelmedi. o bile yoruldu senden. belki de artık kimseyi yormamak için ölmen en iyisidir." yine başını salladı gri saçlı çocuk. haklıydı sevgilisi. insanlara yük oluyordu. kimse onu sonsuza kadar çekemezdi zaten. kendi fikrince de ölmeliydi. ölüp küçük fotoğraf karelerinde hayat bulmalıydı. külleri denize savrulduğunda içindeki yangın da sönecekti elbet.
yeniden başını arkaya çevirdiğinde sevgilisinin çoktan gitmiş olduğunu anladı. biraz daha kalması için yalvarmalıydım belki de diye geçirdi içinden. en azından bir kere gülümseseydi belki daha iyi hissederdi. her geldiğinde onda bıraktığı farkındalıklar artık ağırlaşmaya başlamıştı. gülümsese belki biraz hafiflerdi yükü.
elindeki broşu yüzüne doğru yaklaştırıp dudaklarına bastırdı. soğuk cam vari taş dudaklarını yakarken derince iç çekti. gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı bile. elindeki kolyeye sıkıca sarılıp yatağa uzandı. yanağını yastığa sürterek ağlamaya devam ederken dış kapıdan gelen sesle gözlerini kapadı. "hey jinko! bugün sana sürprizim var!" akutagawa elinde poşetlerle eve girdiğinde salonda atsushi'yi aradı. göremeyince kendinden emin adımlarla yatak odasına daldı. her zamanki gibi yatağında yatıyordu. genç olanın bu hali kalbini acıtsa da belli etmezdi çoğu zaman. yardımcı olacaksa belli de etmemeliydi zaten.
elindeki poşetleri odanın kapısında bırakıp içeri adımladı. yatağın ucuna oturup iyice küçülen bedene bakarken yanağının içini kemiriyordu. uzanıp bir eliyle yağlanmış saçları gözlerinin önünden çekti. ağladığını fark ettiğinde tamamen ona dönüp omzuna destek vererek doğrulmasını sağladı. "bugün saçlarını kesmek istiyorum, baksana çok uzamışlar. eskisi gibi yapalım onları." istemeyeceğini düşünerek onu ikna etmeye çalışırken beklemediği bir şekilde elini saçlarına götürdü genç olan. parmaklarıyla saçlarının ucuna bakarken gözleri yeniden dolmuştu. "eskisi gibi olursa gelip öper mi..? okşasa da yeter..." akutagawa duyduğu cümleler karşısında gözlerini sımsıkı kapadı. verecek bir cevabı yoktu. gelir diyemezdi, gelmez diyemezdi. gelse bile akutagawa görmüyordu sonuçta. atsushi kendi kendine sevdiğini görüyor, onunla konuşuyordu. herkese bunu söylüyordu ama inanan kimse yoktu. ölmüştü sonuçta dazai, nasıl gelsindi atsushi'ye?
"bilmem, yine de denemekten zarar gelmez." güçlükle gülümseyerek konuştuğunda karşısındaki gencin gözleri heyecanla parlamıştı. içindeki umut iki yıl önce sevgilisinin ölmediğini ummasıyla aynıydı. hiçbir şey değişmemişti. onun için hala yaşıyordu, onu seviyordu, ziyaretine gelecek kadar önemsiyordu.
⠀⠀⠀ ⠀⠀ ⠀ ⠀⠀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the voice inside my head | shinsoukoku
Short Storywill you come home and stop this pain tonight? -17.11.20-