Ondan biraz daha genç görünüyordu–muhtemelen yirmili yaşlarının sonundaydı ve adam ondan birkaç santim daha uzun olmasına rağmen zayıf ve kaslı bir yapıya sahipti. Adam etrafındaki bunca hüzünlü insan arasında neşeyle baktı ve üzgün olduğunu söylemesine rağmen hiç de üzgün görünmedi.
Konuşurken ağzı geniş bir sırıtışla açıldı ama Iwaizumi, adamın kahverengi gözlerinde kısa bir şok parıltısı gördü ama bu sadece birkaç saniye içinde gittiği için hayal etmiş de olabilirdi.
Adam ayrıca oradaki diğer insanlardan daha iyi görünüyordu...kendisi dahil. Muhtemelen etrafını saran gösterişli bir hava olduğu için. Sanki bir ışık huzmesi onu her nerde ve ne zaman hareket ederse takip ediyordu.
Adam ona küçük bir gülümseme verdi ve bu da kalbinin çarpmasını sağladı. Iwaizumi, adamın görkemli yüzünde bu kadar nazik bir ifadenin görünmesini beklemiyordu ama gülümsemesi, eğer dürüst olacaksa...nefes kesiciydi.
"Yeni mi geldin?" diye sordu ve Iwaizumi tuhaf soruya kaşlarını çattı. Nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu çünkü oraya gittiğini bile hatırlamıyordu ama onu rahatsız eden şey soruyu sorma şekliydi–sanki Iwaizumi'nin burda olması gerektiğini biliyormuş gibi.
Yine de, Iwaizumi omuzlarını silkti çünkü nerede olduğu hakkında bir fikri olan ilk kişi oydu. "Sanırım öyle... Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum."
Adam ona kaşlarını çattı ve sonra tekrar sordu, "Sana ne olduğunu bilmiyor musun? Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyor musun?"
Iwaizumi'nin aklı, sorduğu şeyle ve onunla onu geçmişten tanıyormuş gibi konuşmasıyla daha da karışıyordu. Başını salladı ve adam kaşlarını çattı, "Adını hatırlıyor musun?"
Kaşlarını çatma sırası Iwaizumi'ye gelmişti, "Evet, elbette. Iwaizumi Hajime."
Bunun üzerine yüzü aydınlandı, "Ah güzel. Henüz tamamen unutmadın." Iwaizumi ona aval aval baktığında rahatlamış yüzü değişti.
"Tam olarak ne demek istiyorsun?"
Adam cevap vermek yerine öne doğru eğildi, yüzleri birbirinden sadece birkaç santim uzakta olacak şekilde aşağı eğildi ve Iwaizumi ani yakınlıktan uzaklaşarak uzun adamı güldürdü.
Iwaizumi şaşkınlıkla ona baktı... kahkahasının nasıl duyulduğuna ve göründüğüne hayran kaldı. Kendini de kısıtlamıyordu–vücudunun özünden gelmiş gibi görünen her kahkahasıyla omuzlarının titremesine izin veriyordu.
Iwaizumi sese şaşırmıştı ama o da sabırsızlanıyordu. Bir an önce eve gitmesi gerekiyordu çünkü–tamam, bu tuhaftı. Neden eve gitmek istediğini ve nerede yaşadığını pek iyi hatırlamıyordu.
Başını iki yana salladı ve aklını başına toplayacağını umarak gözlerini ovuşturdu. Başı ağırıyordu. Adamın nefesinin kesildiğini duydu, gözlerinin şaşkınlıkla büyüdüğünü gördü, "Vay canına! Evli miydin?"
Eline bakıyordu ve Iwaizumi görmek için ellerini kaldırdı–yüzük parmağında bir platin yüzük. "Ah...sanırım öyle." Gerçek olup olmadığını ya da karısının adının ne olduğunu hatırlayamaması dışında. "Ben..."
Adam anlayışlı bir şekilde gülümsedi, bu da kafa karışıklığına hiçbir şekilde yardımcı olmadı. Gerçekten sinir bozucu bir hal alıyordu, "Neden bunlardan hiç korkmuyorsun?"
Adam cevap vermedi ama ona acı tatlı gülümsedi. Bu onun kalbini çekiştirdi. Son derece tanıdık geliyordu...sanki onunla ilgili bir şey Iwaizumi'yi rahatlatıyormuş gibi. Iwaizumi daha sonra adamın adını bile bilmediğini fark etti, "Sen gerçekte kimsin?"
Adam, yüzü başka bir güzel gülümsemeye dönüşmeden önce ona şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, "Ah, doğru. Kendimi tanıtmayı unuttum." Daha sonra ne söyleyeceğini düşünüyormuş gibi kendi kendine mırıldandı ve sonunda cevap verdi, "Ben Guide dedikleri kişiyim."
(ç.n: Guide "Rehber" demek aslında ama isim gibi kullanıldığı için çevirmek istemedim.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
One Way Ticket to Heaven-iwaoi (çeviri)
FanfictionOikawa's Last Wish'in devam hikayesidir. Eğer okumadıysanız önce onu okumalısınız. Hikaye Oikawa's Last Wish'ten yıllar sonrasını anlatıyor. Onun da çevirisini profilimde bulabilirsiniz. 🥛🍞