BÖLÜM 2

674 158 542
                                    

   Her şey oldukça belirsizdi. Bu karmaşada kendimize güvenli bir yol bulmak, hortumun içine çekilip de sağ kalmak kadar şans gerektirirdi. Sanırım tüm şansımızı burada kullanmıştık.

   Yabancının pullarlarla kaplı kuyruğunu gördüğümde korku ve merak bir hastalık gibi içime yayıldı. Zıt gibi görünse de birbirinin destekçisi olan bu duygular beni görmezden gelmeye itmişti. Bunda o an cesaretimi toplayamamamın da etkisi olduğu kanaatindeyim.

   Bakışlarımı önüme çevirip şimdi ne yapmam gerektiğini hızlıca analiz ettim. Kaçmak gibi bir lükse sahip değildim. Konuşmak cürretine de erişemedim. Bulunduğum durum, bana en mâkul şeyin hiçbir şey yapmamak olduğunu söylüyordu. Ben de yapmadım. Ondan herhangi bir ileti alana kadar suyu seyrettim.

   Elimin üzerindeki fenerlerleden çıkan ışık hüzmeleri suya dalıyordu. Bir veya iki metre sonra da yavaş yavaş soluklaraşarak gözden kayboluyordu. Herhangi bir canlıya rastlayamadım. Su berrak ve ıssızdı. Sadece ben ve yanımdaki yabancı vardı. Göz ucumla yabancıyı takip ediyordum. Onun da benden farkı yoktu. Suya bakıyordu. Düşünüyordu.

   İçimden bir ses etrafı incelememi söylüyordu. Maalesef onu da yapamadım. Ödlekliğim hafiften sinirimi bozmaya başlamıştı. Üstelik canım sıkılmıştı. Allah'tan, beni daha fazla bekletmedi! Bana döndü, " Neden buradasın? " diye sordu. Soru kısaydı ama cevabı...

   " Yaşamak için, " dedim. Özünde amacım buydu. Yalan söylemiş sayılmazdım. " Nasıl yani? " diye sordu. Kafası karışmıştı. " Yukarıda işlerin iyi gitmediğini duymuştum. Bu onunla alakalı mı? "

   Başımı aşağı-yukarı salladım. "Yukarıda neler oldu?" diye sordu. Derin bir nefes aldım. " Oldukça uzun ve derin meseleler. Sonucuna bakacak olursak doğal seçilimin insanlar üzerindeki varlığı sorgulandı. İnsanî şartlar altında... " dedim. En sonunda, sağlıklı bir iletişim için gerekli olan en önemli şeyi yapmaya tenezzül ettim. Yüzümü ona döndüm. Gözlerine baktım. Kafa karışıklığı yüzünden gayet net bir biçimde okunuyordu.

   " Beni öldürecek misin? " Az evvelki korkunun yanı sıra o an umursamazlık üzerimde hâkimiyet kurmuştu. Belki de sonunda bıkmıştım. Bu olasılık bana hiçbir zaman sahici gelmedi. Çünkü ne olursa olsun, her daim yaşama tutunmuştum. Aksini aklımdan geçirmemiştim. Ya vardık ya yoktuk. İkisi de bizim elimizde olan bir şey değildi. Elimizde olmayan bir şey için kafa yormak mantıksızdı. Varsam varlığımı, yoksam yokluğumu devam ettirmeliydim. Onca şeye bunun için katlanmıştım.

   Sorduğum soru onun içini biraz daha görmemi sağlamıştı. Dakikalardır kıvranışının altında bu yatıyordu. Kaşları istemsizce birbirine hafifçe yaklaştı. Çenesi az sonra ağlayacakmış gibi buruşmuştu. Gözleri dolmamıştı. Sadece oldukça parlak ve büyüktüler. " Ölmelisin. Ama ölmeni istemiyorum, " dedi. " Neden? " Tek kaygı ettiğim şey buydu. Neden?

   Öleceğim diye korkup duygulanmamıştım. Sadece merak etmiştim. " Kural böyle. Sana daha fazlasını söyleyemem, " dedi. Nedenler, sonuçlar, kaygılar... Her şey havada asılı kalmıştı. Önüme döndüm. Dalgınca suyu seyrettim. Zihnimde birsürü şey vardı. Her taraftan farklı bir ses yükseliyordu.

   " Bu benim suçum. Seni oradan almamalıydım. Bu nedenle yaşamanı sağlayacağım. Bana güven, " Ona baktım. Kendinden çok da emin olduğu söylenemezdi. Kararlıydı. " Beni nasıl kurtaracaksın? " diye sordum. Yüzüne endişeli ama umut barındıran bir tebessüm yerleşti. " Menirler ile konuşacağım, "

   Aklıma takılan soruların ardı arkası kesilmiyordu. " Menirler kim? " diye sordum. Duraksadı. Söyleyip söylememekte kararsız gibiydi. " Bunu söylememeliyim ama ileride onlar ile muhatap olacağın için lazım gelebilibilir. Menirler Abeş'in ermişleridir. Hepimizden her yönde üstünlerdir. Onları o seçer. Doğuştan gelen bir lütuf, " dedi. Diğerlerine nazaran bu uzun konuşma beynimi biraz rahatlatsa da sormam gereken çok soru vardı. Sorsam da cevapları almak pek mümkün gibi durmuyordu.

   Gözlerinin içine bakarak " Peki ya ikna olmazlarsa? " diye sordum. Bu yabancının kulakları gibi gözleri de biraz farklıydı. Sanki renk tonu bazen açılıyor, bazen koyulaşıyordu. " Seni öldürecekler, " dediği şeyin ardından gözlerini kaçırdı. Önüne döndü. " Söylemesen? Ben kendi yoluma gitsem, olmaz mı? " dedim.

   Dertli bir soluk aldı. " Bu olmaz. Bizler yalan söylemeyiz, " dedi. Beni kurtarıp kurtaramayacağından şüphe ettim. Kurtulmamı isteyen biri için fazla prensipli ve katıydı. " Ama bu tam olarak yalan sayılmaz. Evet, yalanın bir çeşiti! Bunu inkâr edemem. Lâkin sen de kabullenmelisin ki beni kurtarmak istiyorsan en garanti çözüm bu. Öyle değil mi? "

   " Hayatımı bir serbest veya baş olarak bitirecek olsaydım dediğin kabul edilebilibilirdi. Ama benim konumumda bu olmaz, " Kapalı kutu gibiydi. O kutuları içeriden teker teker açmadan içini görmek ise mümkün değil gibiydi. " Nasıl yani? Senin durumun ne? " diye sordum. " Şöyle ki, " duraksadı, " söyleyemem... "

   Sabrımın sınandığını hissediyordum. En sinir olduğum şeylerden biri lafın sonunun getirilmemesidir. Çaktırmadan ufak nefes egzersizleri yaparak kendimi dizginlemeye çalıştım. " O zaman, ne yapmanız gerekiyorsa bir an önce yapın. Suya keyfi dalmadım. Acilen gitmem gereken bir yer var, " dedim. Sinirli hâlim için gayet sakin bir cevaptı. Söylediğim şey sorumluluk duygumu da yerine getirmişti.

   " Seni kurtarabilibilmem için bana yukarıda olanları ve neden burada olduğunu anlatman gerek. Yoksa senin ardında duramam. Anlat bana. Her şeyi... "

Suyun AltındakiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin