°Harabe°

66 36 453
                                    

Kader; 5 kelime, 2 hece, ömür boyu uzun bir yolculuk, iki kişilik bilet..
İnsanlar ölünceye kadar ömürlerini kaderleriyle yürür. Yeri gelir o yol yokuşlar tökezlersin kader elinden tutuverir. Yeri gelir çıktığın o yokuşları ellerin havada gülerek inersin kaderinle..
Yeri gelir çamura batarsın o yolda didinip durursun daha dibe batarsın ama yanında kaderin vardır. Seni, isterse kurtarır yoksa da seni orada bırakıp gider geride bıraktığın o yokuşların başına. İhanet eder sana her gün yüzüne gülen ardından bıçaklayan insanlar gibi..
Kader, demek ki sende can yakarmışsın.

Aklımdaki düşünce silsilesinden bilincimin yerine gelmesiyle kurtulsam da gözlerimdeki ağırlığı yok sayıp iç içe girmiş kirpiklerimi bile kıpırdatamıyordum. Sanki her kirpiğimin ucuna bir taş bağlamışlar gibi ağırlaşmıştı.
Sol yanağımdaki pürüzlü baskı, soğukluğundan iğneler batırıyordu. Kim bilir kaç saattir böyle duruyordum. Uyuşan bedenime çekilen kan geri pompalanınca, karıncalanan bedenim soğukluğu tüm zerreme yaydı. Çok soğuk..
Ama sorun şudur ki ne kıpırdayabiliyor ne de yumduğum gözlerimi açabiliyordum.

Ağzımda metalik bir tat vardı ve bu miğdemin kasılmasına neden oluyordu. Bulunduğum ortam her neresi ise kış ayında dışarıda çıplak kalmak gibiydi. Etrafı dinledim duyabildiğim tek ses soluklanmaya çalışan hırıltılı nefesimdi.

Bir süre sonra sessizliği bıçak gibi kesen ses demir sesleriydi. Sanırım bulunduğum yerin kapısı demirdi. Sürgü sesi ve ardından atılan adımlar benim kafamda yankılanmaya başladı. Biri bana doğru yürüyordu adım sesleri her defasında yaklaşıyordu ve ben gözlerimi bile aralayamıyordum. Aklımdan geçirdiğim sayısızca düşünce ve yankılanan adım sesleri beni irkitiyordu gözüm kapalı.

Adımlar tam dibimde durdu yanıma çöktüğünü hissediyordum şayet bedenindeki sıcaklık bana kadar kavisleniyordu. Ardından burnuma ilişen gül kurusu koku beni sakinleştirmeye bile yetiyordu. Şuan delice bağırmam, tanımadığım bu insanın beni getirdiği bu yerden gözümde kapalı olsa kaçmam gerekiyordu. Ama yapamıyordum. Bana her ne yaptıysa, her nereye getirdiyse ondan kaçacak takkati bulamıyordum.

Yanağımda hissettiğim sıcaklık yaşadığıma dair verebildiğim bir diğer insani tepkimdi. Tuzlu damla burnumun ucuna kadar kaysada orada asılı kaldı.
Düşmedi, soğudu..

Tuzlu damlanın izlediği yolu kocaman eller kapladı. Yanağımı sildi..
Tanımadığım ve ömrüm boyunca görmediğim bu insan neden böyle tepki vermişti? Neden beni kedinin fareyi kovaladığı gibi kovalamıştı? Bahsettiği emanet de neyin nesiydi?

O kim?

Yüzümdeki el çekilip, bacaklarımın altından ve sırtımı kavradı. 'Naçizane' bedenimi kendi bedenine yaslayarak taşıdı. Bedenime hücum eden sıcak havayı iliklerime kadar emdim. Kirpiklerimdeki ağır taşlar tek tek dökülüyordu sanki, kuru dudaklarımı nefes almak için araladım. Gözlerimi açmamak için bin bir bela güçlük çekiyordum. İlk defa korkuyordum.

Beni taşıyan adamın kendime geldiğimi bildiğine hiç şüphem yoktu ama beni taşımaya devam etti ve yumuşak, koltuk olduğunu düşündüğüm sıcaklığa bıraktı.

Yüzüme çarpan sıcaklığın yakıcı etkisinden hiç rahatsız olmadan uzandığım yerden mayışmaya başladım.

"Uyandığını biliyorum."
Ne kalın ne de ince sesini naif tınısıyla kulaklarımı okşarken, uyumadığımı biliyor olmasına şaşırmadım.

Kirpiklerimi yavaş yavaş aralarken karşımdaki kordan yükselen kızıl ateşi izledim. Ateş sanki benim içimde yanıyordu. Başımda dikiliyordu ama başımı çeviripte bakamıyordum. Bu denli korkutmuştu beni. İlk defa ölesiye birinden korkuyordum. Ben. Zemheri..

Görüş alanıma giren uzun bacaklar şömineyle arama bir duvar ördü. Yeni fark ettiğim küçük masaya oturdu. Dirseklerini uzun bacaklarına yaslayarak yüzüme hafif bir açıyla eğildi. Yüzümü inceliyordu, farkında olmadan bende onu..

Gül kurusu rengindeki dudakları bana hiç yabancı gelmiyordu. Kavisli burnu ve elmacık kemikleri, çenesindeki uzamaya başlayan sakallar ve beni daha önce görmemiş gibi inceleyen, saçıyla aynı renkteki kapkara gözler...

Üzerine giymiş olduğu siyah boğazlı kazağı altındaki bacaklarını sıkı sıkı saran siyah pantolon tamamlıyordu.
Bulunduğumuz atmosferi yadırgıyordum.
Beni incelen gözler boğazıma sarktı ve orada asılı kaldı. İstemsiz yükselen elimi boğazıma atıcakken bileğimden yakaladı.

Anlamsızca bakan gözlerim eşliğinde bileğimi bıraktı ve ayağa kalkarak görüş alanımdan çıktı. Uzandığım yerde doğruldum bulunduğum yerin yabancılığını çekiyordum. Karşımda tüm ihtişamıyla cayır cayır yanan şömine üzerinde asılı duran ve yeni fark ettiğim yağlı boya tablosu gözlerime yansıyordu.

Şöminenin karşısında duran üstünde oturduğum kadife koltuk, bizim evdeki oturdukça yayı batan saten çekyatı hatırlatmıştı. Arasındaki farka küçük bir tebessümle alay ettim. Arkamda duran salonu tamamlayan L şeklindeki koltuklar, TV ünitesi ve yerde ömrüm boyunca çalışsam da ücretini ödeyemeyeceğim püsküllü halı duruyordu.

'Nerdeyim ben?'

Adım sesleri ile yukarıya birde aşağıya inen merdivenleri yeni fark etmiştim. Elinde, krem olduğunu düşündüğüm küçük  beyaz tüple yanıma geldi.

Az önce kalktığı masaya geri oturdu. Beyaz tüpün kapağını açtı ve parmaklarına sıktı. Gözleri boğazıma indi ve kremli elini bana uzattı. Ben ona anlamamış korku dolu gözlerle bakarken boğazımdaki bı yere sürdü kremi.

Dudaklarımdan küçük bir 'ah' kelimesi koparken O ise daha nazik olabilirmiş gibi naifçe tenime yediriyordu. Gül kurusu koku her yanımı sarmıştı. Şuan is koktuğumu aklıma getirmemeye çalışıyordum.

Yanında getirdiği ve yeni fark ettiğim siyah  fuları boynuma sarmak için uzanırken engel oldum.

"Belki bu seferde tam boğarsın ha?"
Sivri dilimi tehlikede olsam bile bir dakika tutamazdım.

"O kadar kolay değil, seninle işim bitmedi daha."

Tehditkar cümlesi sesinin naif tınısını gizlemeye yetti. Beni korkutuyordu ama konuşmadan amacının ne olduğunu öğrenemezdim.

"Kimsin? Benden ne istiyorsun?"
Kaşlarını çattı, 'sus' der gibi. Aynı şekilde benim de kaşlarım çatıldı.

"Kuzgun. Ve sende olan emaneti bana geri vericeksin, aksi halde bu evden çıkamazsın ve az önce çıktığın odaya geri dönersin. Anladın mı beni?"

Yüzüne deli dolu sorularla baka kaldım. Neyin emaneti bendeydi de bunu geri almak istiyordu? Olmayan bir emaneti ona nasıl geri verebilirdim ki? Hem emanet dediği neydi?

Çatık kaşlarım arasında fuları boynuma sardı ve kremi alarak indiği merdivenleri geri çıktı. Kalp atışlarım 'bana bir şey yaparsa, ya beni öldürürse?' sorular karşısında göğsümden fırlamak istiyordu.
Etrafı tarayan gözlerim demir kapıya takıldı oturduğum yerden yalın ayak kalkarak sessiz ama hızlı adımlarla o tarafa koştum. Kapının sürgüsünü çektim ve açılan kapıyı kendime doğru çekerek açtım. Burdan kurtulmalıydım. Beni biriyle karıştırıyor olabilirdi.
Yüzüme çarpan soğuklukla, karşıma çıkan manzara beni tarumar etmişti. Ben buraya nasıl gelmiştim?

Arkamdan gelen  'klik'  sesiyle atacağım adım havada asılı kaldı. Başıma yaslanan soğuk metal ölümü hatırlatmaya yetmişti. Naif sesi ardımdan duyulurken, kulağıma ilişen kelimeler benim ayak bileğime sarılan kara yılanlar olmuştu.

"Safir ve sefa ne kadar akıllı çocuklar, kafalarının yerinde durmasını istersin umarım..."

******
Arkadaşlar kitabima aslında devam etmeyecektim sizi hayal kırıklığına ugratacagimdan korktum hep ama okuyacak pek kişi olacağini sanmasamda yazmaya devam edeceğim bu benim tutunacagim tek dalım.
Hepinize şimdiden teşekkür ediyorum 🦉
Oy ve yorumlarınızı esirgemeyiniz layığıyla yazacağım kitabı..

Başladığınız tarihi bu köşeye bırakabilirsiniz..
*
Teşekkürler 🙏🏻
Sİzi canı gönülden sewen bir dost:
Bahar ÇADAK





°RUHUMDAKİ FISILTI°Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin