Yağmur sonrası toprağın kokusu... Güneş batmak üzere ağaçların dalları arasından gözümü alıyor. Bir ormanın tam ortası, annem ve babam ıslanmış toprağın üzerinde yatıyor. Garip bir şekilde bu anı daha öncede gördüğümü hatırlıyorum. İçimdeki bu dehşet verici his, çok tanıdık geliyor. Yerde yatan anne ve babamın yanına koşuyorum. Annem güçlükle nefes alıyor. Babamsa hareketsiz, öylece uzanıyor. Dişlerimi sıkıyor ve akan göz yaşlarını burnumdan soluyarak siliyorum. Öfkeden çıldırmış bir haldeyim. Annem elini uzatıyor. Hızla ona dönüyorum. Elini tutuyorum.
" Deniz. "diyor kısık bir sesle. Sanki birinin duymasından korkuyor. " Sana ne oldu böyle ? Sana ne yaptılar ? "
"Asıl size ne yaptılar ! " demek istiyorum ama kelimeler boğazımı tırmalıyor sadece. Söyleyemiyorum. " Kimse bana bir şey yapmadı. Şimdi konuşmanın sırası değil. Kendini yorma yardım çağıracağım. Tamam mı ? " diyorum buz gibi bir sesle. Ayağa kalkıp etrafa göz atıyorum.
Annem gülümsüyor. " Deniz, sonunda öleceğimi ikimizde biliyoruz. Seninle
konuşmam gerek. " diyor. El bileğimi sıkıca kavrıyor ve beni kendine çekiyor. Anneme bakıyorum. O an gözümden bir damla yaş daha süzülüyor. Hızla elimin tersiyle akan yaşı siliyorum. Bu nasıl mümkün olabiliyor bilmiyorum ama bu annemi ilk defa bu halde görüşüm gibi gelmiyor. İçimde ki hisler çok yoğun ve tanıdık. Daha ne kadar bu ana şahit olmam gerektiğini soran sesler kafamın içinde yankılanıp duruyor. Annem bileğimi çok kuvvetli sıkıyor. Ölmek üzere olan birisi nasıl böyle dinç olabilir? Şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak tekrar yanına çöküyorum." Anne ya..." Araya giriyor. " Bana söz vermeni istiyorum."diyor.
" Ne için ? "diyorum. Bembeyaz olmuş yüzüne bakıyorum. Çok az zamanı kaldı ama o bunu zaten biliyor ve bu durumdan mutlu gibi görünüyor. Bense sinirden ve korkudan kaskatı kesilmiş bir haldeyim. Avuç içlerim terden su içinde ama annemin sıcacık elini tutmama rağmen buz gibiler. Üşüyorum ve soğuk ateş gibi bedenimi yakıyor. Sonra annemin ağzından dökülen bir kaç kelimeyle etrafımızdaki her şey duman gibi silinmeye yok olmaya başlıyor. Ağaçlar gökyüzü ve ailem...
Karanlıkta onun sesini duyuyorum.
" Ne olursa olsun hayatta kal ! "
Ter içinde uyanıyorum. Hiç düşünmeden yataktan çıkıyorum. Dolaba sert bir yumruk indiriyorum. " Asla bitmeyecek ! Kendi zihnim bana işkence etmeyi asla bitirmeyecek ! " Aklımı yitirmeme az kaldı. Bana bir çıkış yolu göstermesi için Allah'a yalvarıyorum. Sessizce...Yarım saat boyunca yatağın içinde dönüp duruyorum. Uyuyamayacak kadar bıkkınım. Artık uyuyabilirmişim gibi gelmiyor. Neredeyse her gece uykum kabuslarla yarıda kesildiği için yeni bir alışkanlık edindim. Gece koşusu.
Dolaptan altıma bir pantolon çekiyorum. Üzerime montumu alıp siyah bir bere takıyorum. Botlarımı ayağıma geçirip evden çıkmadan sessizce Suzan'ın odasına giriyorum. Yaklaşık bir hafta önce koridorun ortasında düşüp bayıldığından beri bu odaya ikinci girişim oluyor. Bu lanet yerde doktor bile yok. Elimden hiçbir şey gelmiyor. Suzan bir haftadır neredeyse gece gündüz uyuyor ve dün uyandığında bana tuhaf bir şey söyledi. " Delikanlı ben neredeyim ? " dedi. Ben donuk bir ifadeyle evdeyiz dediğimdeyse gülümseyip gözlerini kapattı. Suzan bana genelde delikanlı der ama bu sefer sesinde farklı bir ton vardı. Nedenini düşünmek dahi istemiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum ! Selim telefonlarıma çıkmıyor. Para gönderdiği herifinde ondan haberi yok. Bir kez daha iç çekiyorum. "Aklımı yitirmek üzereyim!"
Hava soğuk ama kar yağmıyor. Bir kaç ısınma ve esneme hareketi yapıyorum ve koşmaya başlıyorum. Her adımımda hızımı arttırıyorum. Verdiğim nefesler duman halinde havaya karışırken içime çektiğim soğuk hava ciğerlerimi yakıyor. Koşmaya devam ediyorum. Bir yandan da gördüğüm kabusta annemin sözleri aklıma geliyor. Bu kabus, arabanın kapının önüne geldiği gece gördüğüm kabusun devamı gibiydi. Aynı yer ve aynı dehşet verici his. Ben bilmiyordum ama annem biliyor gibiydi. Sonunda öleceğini ve benimle konuşması gerektiğini söylediğinde bunu anlamlıydım. Gerçekten benimle konuşmak için geldiğini düşünmek fazla mı aptalca olurdu ? Çünkü şuan bunu düşünmeden edemiyorum. Daha önce kabuslarımda onlarla hiç konuşmamıştım ve annemin bana söyledikleri kestirip atabileceğim türden şeyler değildi. Kısa bir süre içinde buradan gitmeyi planlıyorken bu kabusu görmem tesadüfmüş gibi gelmiyor. Evet buradan en kısa zamanda gitmek istiyorum ama beni engelleyen Suzan ve hastalığı oluyor. Tek kalacak ama daha fazla burada hiçbir şey yapmadan duramam. Hem de yapmam geren bir sürü şey varken, elim kolum bağlı kaçak hayatı yaşayamam. Böyle ne olacak ki ? Bu iş nereye varacak ? Hiçbir yere tabiki. Ne zamana kadar burada saklanmaya devam edeceğim ? İki aydır buradayız ve Selim bir kere bile aramadı. Sadece Suzan'a söylediği gibi her ay kasabadan birisi ile para gönderiyor. Suzan hasta ve ben duruyorum öylesine, amaçsız ve ne yapacağımı bilmeden. Aklımdaki soruların cevaplarını almadan öylece duruyorum. Bilmediğim çok şey var. Hükümet ve sürüleri ne işler çeviriyor ? Benimle ne ilgisi var ? Her şeyin kontrolü altında olduğunu sanan Selim hükümetin beni takip ettiğini biliyor mu ? İçimde bir şeyler hareketleniyor. Çaresizliğimle körlenmiş öfkem yeniden alev almaya başlıyor sanki. Hala koşuyorum. Koşabileceğim en hızlı şekilde koşmak için kendimi zorluyorum. Bunları her düşündüğümde de olduğu gibi içim içime sığmıyor ; buradan kurtulup her şeyi öğrenme hissiyle dolup taşıyor. Ama beni bu kadar iyi takip eden hükümet sınırı geçtiğim an enseme binecektir. Aslında beni burada da yakalayabilirlerdi. Kaçamazdım. Tam da bu yüzden ne yapacağıma dair sağlam bir plana ihtiyacım var. Bunu da tek başına yapmam mümkün değil. Selim'le konuşmam gerek. En kısa zamanda ona ulaşmalıyım. Artık kaslarımın yandığını hissediyorum. Gözlerim bulanık. Nereye gittiğimi bile görmüyorum. Yavaşlıyorum ve kendimi bir ağacın dibine savurarak duruyorum. Kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi atıyor. Sıyırdığım kollarımdan damarlarımın şiştiğini görebiliyorum. Nefes nefese yere uzanıyorum. Sinirliyim ama gülesim geliyor. Medet umduğum tek kişi Selim. Nefret ettiğim ve hayatımdan çıkarmak istediğim tek kişi yine Selim. İç çekiyorum. Hayat beni sınıyor.
Nefeslerim ve kalp atışlarım normale dönmeye başladığında hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum. Uzun zamandır hep bir şeyler düşünüyorum ve artık başım kaldırmıyor. Sadece çatlayacakmışçasına ağrıyor. İleriye bakıyorum. Belli belirsiz, yapıların çatıları gözüküyor. Neredeyse kasabaya gelmiş olduğumu fark ediyorum. Yaklaşık beş kilometre koşmuş olmalıyım. Keşke düşünceler ve sıkıntılar koşarken üzerimden dökülebilse ya da verdiğim her nefeste beni terk etseler. Bir an duraksıyorum. Ağaca sırtımı yaslayıp gökyüzüne bakıyorum. Gökyüzünün tamamı rengarenk parlıyor. Yıldızlar. Onlara bakarken her şey anlamsızlaşıyor.Bana ne oluyor böyle ? Boşluğa düşmüş gibi hissediyorum. İçim, beni sıkıştıran ve bir şeylerin farkına varmamı söyleyen fısıltılarla dolu. Yavaş yavaş sebebini anlamaya başlıyorum. Gözlerimi kapıyorum. Karşımda bir ayna varmış gibi kendi tuhaf yansımamla göz göze geliyorum. O an annemin bana sorduğu soruyu hayali yansımam bana soruyor. " Bana ne oldu böyle ! " Ona bakıyorum. Tek ortak noktamız gözlerimiz. Benim aksime sıska ve çok güçsüz görünüyor. Hiç kası yok ve kambur duruyor. Yüzündeki morlukların bir kısmı öne düşmüş saçlarıyla kapanmış. Çelimsiz ince kolları iki yanında ip gibi sallanıyor. Dokunsam yıkılacak bir durumda. Herşey kafamda netleşmeye başlıyor. Yansımam tekrar konuşmaya başladığında artık gözümü açmak ve ondan kurtulmak istiyorum. " Bu gerçek değil ! Bu ben değilim ! "
" Ama gerçek bu." diyor yansımam. Sesi cılız görünüşünden daha güçlü çıkıyor. Gözlerimi açıyorum. Olan her şeyi en başından düşünmeye başlıyorum. Kafes dövüşünden çıkışım, gece gördüğüm kabus ve araba, otoparkta saldırıya uğrayışım, o herifi yaralayışım, Selim'in Suzan'a anlattıkları ve burada geçirdiğim iki aylık kaçak hayatı. Kendi hayatımla ilgili her konuda ipler her zaman benim elimdeydi. Selim'e kafa tutuyordum. Ona ihtiyacım yoktu. Kimseye ihtiyacım yoktu. Yanımda olan her insan benim için korumam gereken birisi olurdu. Ben güçlüydüm. Ben korurdum. Özgürdüm. Cesurdum. Hayatım boyunca bütün sıkıntılarımla tek başına yüzleştim. Anne ve babamın ölümleriyle bile yalnız yüzleştim. Kimseye ihtiyaç duymadan üstesinden geldim. Beni ben yapan buydu ama burada geçirdiğim son iki ay benden bunu alıyordu. Hayatımda ilk defa kendimi hiç olmadığım kadar güçsüz ve savunmasız hissediyorum. Duygusal ve dengesizim. Bir başkasına muhtaç yaşıyorum. Sıkı sıkı yapıştığım iplerim artık başkasının elinde. Özgür değilim. Cesur değilim. Bu ben değilim. Alışık olmadığım ve yaşamak zorunda kaldığım bu durum beni, asıl beni öldürüyor ve daha önce hiç tanımadığım pasif ve güçsüz birine dönüşüyorum. İçten içe beni sıkıştıran fısıltılar bunu söylüyordu ama ne yapacağımı düşünmekle o kadar meşguldüm ki o fısıltılara kulağımı tıkamıştım. Şimdi kendime şunu sormadan edemiyorum. Bu iki ay, beni bu kadar değiştirirken " Deniz için, kendin için ne yaptın ? Güçsüz ve pasif bir herif olmaktan başka ne yaptın ? " Bu öfkenin ve her gece başımı yastığa gömerek ağlamalarımın sebebini şimdi anlıyorum. Selim'e öfkeliydim. Hükümete ! Öldürdüğüm herife öfkeliydim. Sürekli başkalarını suçladım ve bu lanet yerde savunmasız küçük bir çocuk gibi başım öne eğik bekleyip durdum. Benim öfkem aslında kendimeydi. Asıl bana değil ! Şuan olduğum bana ! Sonunu düşünmeden işlediği bir suç yüzünden yaşlı büyükannesinin eline yapışmış küçük bir çocuk olan bana. Suzan'ın hastalığına sebep olan da benim. Ona bir şey olursa bu benim suçum olacak. Nefesim daralmaya başlıyor. Yattığım ağacın altında doğruluyorum. Gözlerim doluyor. Gözlerim dolduğu için öfkeleniyorum. Yine de o tek damlanın yanağımdan süzülerek yere inmesine engel olamıyorum. O tek damla, benden daha cesur ve daha kararlı. Sonunda yere düşeceğini bildiği halde hiç duraksamıyor. Dudaklarımdan istemsiz bir kaç kelime dökülüyor.
" Bana ne oldu ? " Elimin tersiyle göz yaşlarını siliyorum. Ben gülmeyi bilmezdim ama ağlamayı da bilmezdim. Çok değiştim. Yıllardır içimde hapsettiğim duygular sonunda beni yenmiş gibi görünüyor. Beni alt ettiler.
Kafes dövüşlerinde herkesi yere seren o duygusuz, herkese kafa tutan o asi, sevdiği sayılı kişileri korumak için yanlarında cesur ve fedakâr olan, kimseye hesap vermeyen sert,güçlü ve yıkılmaz olan bana... Ne oldu böyle ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SUİKASTÇI
AdventureDeniz'in dünyasında, Yaşamaya değecek bir şey kalmadı. Uğruna can vereceği kimsede. Kendini tanımlayan tek bir cümle uğruna öleceğin birini getirir. O kişi gerçeklere ışık tutar, hayat verir. Gerçekler ölüm riskidir. Ölüm yaşama arzusunu harekete g...