1

12 2 2
                                    

Güneşin doğup doğmadığını anlayamasam da, artık sabah olduğunu biliyordum. Vücudum cenin pozisyonunda, kafam iki katlı battaniyenin içinde, kollarımla kendime sarılmış biçimde uyanmıştım. Havaların soğumaya başladığı her zaman uyandığım gibi... Akşam yatarken kendime battaniye ve yorganlardan bir koza sarar, kendimi de küçük bir tırtıl gibi onun içinde tutardım. Gece boyu asla çıkmazdım o sıcak ve güvende hissettiren kozanın içinden. Sabah olup uyanınca da usulca önce kafamı çıkarırdım kozamdan. Havayı koklardım. Soğuk genelde suratıma çarpardı ve beni kozamdan çıkmamam konusunda uyarırdı. Ancak saati gördüğümde hiç istemesem dahi oradan çıkma vaktim olduğunu anlardım.

Her sabah bu şekilde yatar, benzer rüyalar görür, sabahları maalesef uyanır ve kendimi rahat kozamdan zorla da olsa ayırırdım. Her gün bu rutini uygulamama rağmen nedense hiç bir sabah kelebek olarak uyanmadım. Ben daha çok, içten içe kendini kemirip, hayatını yiyip bitiren albino ve çirkin bir güve olabilirdim.

Çirkin albino bir güve bile olsam, benim de yaşamsal fonksiyonlarım vardı ve onları çalıştırabilmek için bir şeyler yemem gerekiyordu. Kahvaltı deniyordu genelde buna ama ben bir isim verme taraftarı değildim. Çünkü benim sabah yediğim şeylerle başka insanların kahvaltı olarak yediği şeyler pek aynı sayılmazdı. Normal insanlar kahvaltıda "kahvaltılık" şeyler yerken, ben genelde buzdolabında ne bulursam onu yiyordum. Çoğu zaman buzdolabım boşa yakın olurdu zaten. Bu yüzden doymamı sağlayacak ufak tefek bir şeyler varsa buna razıydım.

O sabah da yine bir güve olarak mutfağa doğru adımladım. Dün akşamdan kalma çeyrek pizza vardı. Onu mikrodalga fırında ısıttım ve yanında içmek için sade filtre kahve hazırladım. Bugünkü sabah yemeğim buydu demek ki. Dediğim gibi kahvaltı kültürüm yoktu.

Sol elimde pizzanın olduğu plastik bir tabakla, diğer elimde de sıcak, dumanı tüten kahvemin olduğu büyük yeşil bir porselen kupa vardı. Ayağımla kapıyı itekleyerek açılmasını sağladım ve salona adımladım. İçerisi buz gibiydi. Düzgün ısıtma sisteminin olmadığı bu apartmandan nefret ediyordum. Ancak içeriye bu sistemi yaptıracak param da yoktu. Bu yüzden elektrikli ısıtıcılarla idare etmeye çalışıyordum.

Zaten benim hayatım da kötü şartlarda idare etmek ve hayatta kalmaya çalışmaktan ibaret görünüyordu.

Elektrikli ısıtıcıyı ( veya soba her neyse ) prize taktım ve koltuğun karşısına bir yere konumlandırdım. Düğmesine de bastığımda hızlıca ısınmaya başladı zaten küçük olan oda. Elimde yemeğimle koltuğa gömüldüm ve televizyonu açtım. Asla zevk almadığım programlar ve diziler arasında gidip geliyor, vakit öldürüyordum.

Kanallar arasında dolaşırken birinde takılı kaldım. Sanatla ilgili bir program dikkatimi çekmişti. Belki de izlenmeye değer bir şeyler bulmuşumdur, diye düşündüm. Televizyonun sesini biraz daha arttırdım.

Programda genç bir sanatçıyı konuk etmişlerdi. Herkes tarafından bilinen iyi okullardan birinde okuyordu ve henüz 23 yaşındaydı. Ekrandaki yazılara bakındığımda gözüme çarpan isim tanıdıktı. Ağzımdan istemsiz bir " Aa! " şaşırma nidası dökülüverdi.

Bu kız benim sosyal medyada bir zamanlar kafayı takıp deli gibi takip ettiğim bir kızdı. Sadece eserlerinin güzelliğine ve orijinalliğine hayran kalmamış, kızın kendisine de hayrandım. Kızlardan hoşlanıyor olsaydım kesin aşık olacağım biriydi. Müthişti güzel ve başarılıydı. Benim gözümde mükemmel bir hayatı vardı ve bu her ne kadar hayranlık duyulası olsa da benim için, benim gibi kendi hayatından hiç memnun olmayan ve sık sık varoluşsal krizler eşliğinde depresyona girip girip çıkan birisine fazla gelmişti bir yerden sonra. İçimdeki hayranlık zamanla kendini yetersiz hissetme ve " Ben neden onun gibi olamıyorum ki? " düşüncesine dönüşerek kendimi daha da bok gibi hissetmeme sebep olmuştu.

Bu yüzden onu takipten çıkmıştım. Sorunlarla baş etme yöntemim genelde buydu. Psikolojimin kaldıramadığı şeyleri ya yok eder, ya da yokmuş gibi davranırdım. Gerçeklerle yüzleşemeyen bir korkaktım çünkü.

Uzun zamandır kızdan ve yaptığı işlerden haberdar olamadığım için programı izlemeye karar verdim. Geçtiğimiz bir kaç ay içerisinde yeni çalışmalar ve projelere imza atmıştı. Onun işleri hakkında konuşmasını dinlemek bir yandan bende olumlu bir etki de yaratır gibi olmuştu. Belki de ilham vermişti bana, kalkıp çizim yapmalıydım. Bir şeyler tasarlamalı, kesip biçmeli, bir şeyler yaratmalıydım. Ama bunu yapacak gücü kendimde bulamazdım. En azından şimdilik bu mümkün görünmüyordu. Yaşamak bile bu kadar zor gelirken, sanat yapmak mı? Verimli, üretken bir birey olmak mı? Güldürmeyin beni. Benim yarın ne olacağımın bir garantisi yoktu. Gerçekten hayatta kalmaya ve akıl sağlığımı tamamıyla kaybetmemeye çalışıyordum sadece. Elimden başka bir şey gelemezdi.

Sinirlerim bozulmaya başlayınca televizyonu kapattım. Zaten pizzam da bitmişti. Geride kalan kahvenin tamamını kafaya dikip içtim ve yerimden kalktım. Üşengeç adımlarla mutfağa gittim ve elimdeki tabakla bardağı lavabonun içine attım. Büyük ihtimal başka temiz bulaşık kalmayana kadar orada duracaklardı.

Yatak odama gittiğimde büyük boy aynasının önünde çok fazla vakit geçirmeden giysi dolabıma yöneldim. Üzerimde kalın, sıcak tutan bir tayt ve  yıkanmaktan rengi solmuş kırmızımsı bir üst vardı. Hava soğuk olduğu için dolabtan kalın, yünlü ve boğazlı bir kazak çıkarıp üstüme geçirdim. O kadar boldu ki içine benden üç tane daha sığardı büyük ihtimal. Kolları da oldukça uzundu, birkaç kez kıvırmam gerekecekti ancak bununla uğraşmayacaktım.

Bileğimdeki lastiği saçıma geçirip tepemde toplamaya çalıştım. Yaklaşık bir haftadır da yıkanmadığımı düşünürsek saçlarımın bok gibi görünmesi normaldi. Tabi genel anlamda bir bütün olarak da bok gibi hissettiğimi ve göründüğümü biliyordum. Kendime çirkin demeyi çok sevmezdim ama öyle hissediyordum yıllardır. Bu durumu da kabullenmiştim. Bu yüzden bununla ilgili kafa yormaya gerek yoktu. Hayat beni yeterince yoruyordu.

Bu yüzden odamdaki aynanın varlığını yine inkar ettim ve dizüstü bilgisayarımı da alıp yatağıma uzandım. Son bir aydır beni kafamın içindeki cehennemden bir nebze olsun uzak tutan tek aktivite anime izlemek ve online hikayeler okumaktı. Gerçek hayata katlanamadığım için sahte senaryoları kendi gerçeğim bellemiştim. Günün büyük bir çoğunluğu bu şekilde ekran önünde, tamamen hayali karakterlerin kurmaca yaşamlarını izlemek ve okumakla geçiyordu.

Bunlarla değil de kendimle ve kendi hayatımla ilgilenmeye kalksam bunu beceremeyecek olmam dışında bu sefer daha kötü bir ruh haline girer, hiç çıkamaz ve tanrı bilir sonrasında bana ne olurdu. Sıkıntılı düşünce yapım ve ruh durumum kendimi kandırmak zorunda bırakıyordu beni. Çünkü gerçekler her zaman iyi değildi ve ben güçlü değildim.

Bu yüzden son 2 aydır olduğu gibi o gün de, yatağımda dağınık bol kıyafetlerim ve özensiz saçlarımla yayılmış bir şekilde dün izlemeye başladığım animenin yeni bölümünü izlemek için bilgisayarımı açıyordum.
Ekran açılınca şifreyi girdim, ve bana birkaç mail geldiğini gördüm. Normalde pek maillerime bakmazdım, tıpkı benden bekleneceği gibi. Ama o gün, neden bilmiyorum, öylesine bakmak geldi içimden.

Aklımdan ne geçiyordu bilmiyorum. Belki bir ümit eski dostlardan, akrabalardan beni merak eden birileri çıkmış mıdır diye düşünmüş de olabilirim. Veya sadece refleks de olabilir. Ne, neden, nasıl bir iç güdü bana bunu yaptırdı bilmiyorum ama sonrasında beni beklenmedik bir yola sürüklediği kesindi.

Birkaç reklam ve uygulamaların güncellemeleriyle ilgili mailleri hızlıca geçtim. Onları açıp neyden bahsettiklerini okumaya bile gerek yoktu, merak etmiyordum. Sosyal medya bildirimlerini de aynı hızla geçiverdim. Yine aynı sebepten. Umurumda değildi.

Sonra bir mail, dikkatimi çekti. Çünkü mail adresi isimsizdi. Sadece bazı sayılardan oluşan bir adresti ve kısa sayılırdı. Böyle bir e-posta adresine sahip olunabileceğini bile bilmezdim. Bu benim cahilliğimdi büyük ihtimal?

Merakıma yenik düştüm ve mesaja tıkladım.

Tamamı küçük harflerle yazılmış mesajı okumaya başladım;

" merhaba mona, umarım bu mesajı açıp okursun..

sen, çok ama çok güzel birisin. lütfen aynaya daha sık bak ve kendine bunu hatırlat. senin kendini böyle hissetmediğini biliyorum ama güzel hissetmeyi  hak ediyorsun. lütfen kendine bunu yapma.

sevgiler,
philip "

Philip'in kim olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu.

Not Really OnlineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin