Bölüm 1

606 25 14
                                    

Bunu yapabilmemi sağlayan babama teşekkürü bir borç bilirim. Neden diyeceksiniz şimdi, hemen açıklayayım. Kendileri Arslanoğlu Holding'in patronu olur. Yoo, yanlış anlamayın hemen. Zenginliğiyle hava atan biri değilimdir. Ama zafere ulaşmam için babamın desteğine hayli ihtiyaç duyduğum gerçeğini kimse reddedemez.

Ne bu zafer kızım, söylesene? Bunu anlatmam için daha çok erken ama şöyle biraz söz edeyim.

Şehir dışında bir üniversitede okuyorum. Orayı kazandım ve beni orada okumaya mecbur ettiler. Neymiş tek başıma, yabancı bir yerde yaşamayı öğrenmeliymişim. Çünkü böyle bebekler gibi büyürsem ileride şirketi nasıl bir başıma yönetecekmişimmiş. Kenan Arslanoğlu’nun sözleri bunlar. Babam her ne kadar bu görüşte olsa da annem hala her gidişimde küçük bir ağlamalı bunalım yaşar.

Ah, konudan saptım, zafer diyordum. Saçma gelebilir, yargılamamanızı öneririm. Şimdi aslında ben babamın bana okul kazanınca hediye ettiği arabam ile okula gidecektim. Yalnız, yine Kenan Arslanoğlu kuralı olan; otobüs ile git, onu da yaşa, bil; sonra rahat rahat yaşa maddesini gerçekleştirmek zorunda olduğum için tasımı tarağımı toplayıp –ki tasım ve tarağımın taşıma aşamasının kolay olmadığını da belirtmek isterim- Otogar yollarına düştüm.

Gelelim ilk yolculuk macerama. Babamın bileti aldığı firmanın şehirlerarası otobüs koltuğundaki yerimi aldım. Cam kenarındayım, aşağıya bakıyorum, babam yüzünde gururlu bir tebessümle bana bakıyor, bir eli takım elbisesinin ceketinin cebinde diğer eli havada bana el sallıyor. Annem gözleri yaşlı, elinde saten bir mendil, sırtında yapay bir kürk, tutmazsanız düşeceğim üzüntüden dercesine bir duruşla bana bakıyor. Evdeki yardımcımız Figen Abla da annemin duruşunu anlarcasına kollarıyla onu omuzlarından hafifçe destekliyor. Camdan onlara el sallıyorum ve bu esnada yanıma hayli tombul, huysuzluğu yüzünden okunan, yaşı elliyi geçmiş, beyaz saçlarının yanında fazlaca sırıtan kırmızı rujlu teyze geliyor.

“Kuzum, senin koltuk numaran kaç?”

Haydaa, koltuk numaram oturduğum koltuk neyse o işte. Çıkartıp biletimi kontrol ediyorum.

“On bir, teyzeciğim.” Sesimi yükselttim, böyle de duyarlıyım.

“Ayh, ne bağırıyosun be, karşında sağır mı var?”

“Yok da hani…”

“Yokmuşmuş, a aa, nasıl muameleler görüyoruz, hale bak!”

“O da ne demek teyzeciğim, kabalaşmak değildi niyetim.” Bunağa bak sen.

“Teyzeymiş, yok mezarlık deseydin.”

Ah bak, aklıma gelmedi ki. Yolculuk oraya gibi duruyor zaten.

“On bir ise senin ne işin var o koltukta? Cam kenarı benim.”

Hay Allah’ım! Al otobüs senin olsun. Bunun derdini mi çekeceğim. Babama çirkin bir bakış atıyorum. Koridora geçip teyzeye yer veriyorum. Teyze, minik minik adımlarla koltuğuna ilerliyor ve hayatının en önemli konserini vermek üzere olan bir piyanistin sahneye çıkıp kuyruklu smokininin kuyruğunu arkaya doğru atıp kendine güvenen o asil edasıyla sandalyesine yerleşmesi gibi yerleşiyor koltuğuna. Burun hala havada ve karşısında öndeki koltuğun sırtı olmasına rağmen manzara seyredercesine bakıyor önüne doğru. Takmamaya çalışıyorum ve koltuğuma oturmaya karar veriyorum. Aman Allah’ım koltuğumun zavallı yarısı teyzenin enkazı altında kalmış! Sabretmeyi öğrenmeliyim değil mi aşağıda bana gülümseyen Kenan Arslanoğlu! Bunlar da mı eğitimimin içinde? Küçük popomu teyzeden bana arta kalan kısma yerleştiriyorum.

Otobüs iyice doldu. Şoför bir hışımla kendini koltuğa fırlattı. Aşağıda sohbet ettiği arkadaşlarına doymak bilemiyor ki pencereden konuşmaya ve şuh kahkahalarıyla otobüsü şenlendirmeye devam ediyor.

Muavin (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin