Saçlarımın arasında dolanıp yüzüme dokunan rüzgarla gözlerimi kıstım, soğuk bir gündü. Kafamdan çıkmayan planlar silsilesinden daha boğucuydu gökyüzü. Sanki yüzlerce ip beynimin içinden ruhuma bağlanmıştı da ruhum çıkmaya çalışırken etimi çekiştiriyor gibi bir sıkıntı duyuyordum. Nefesimi sessizce dışarı üfleyerek sıkıntımın bir kısmını gökyüzüne doğru bıraktım.
Elimdeki dosyanın kapağı ve kağıtlar rüzgarla havalanıp duruyordu, bir an önce eğitim başlasın ve bitsin istiyordum. Bunun için çok istekli olduğum söylenemezdi ama o bursa ihtiyacım vardı. Zorunluluktan buradaydım diyebilirdik. Dudağımın içi ısırmaktan yara olmuştu, dilimi yaranın üzerinde gezdirdim.
"Nerede kaldılar?" diye söylenen birini duydum ama dönüp bakmadım. Sınıf arkadaşlarımla iletişim kurmamayı tercih ederdim hep. Beni sıkıyor ya da sinirlendiriyorlardı. Aslında bakılırsa genel olarak kimseyle iletişim kurmayı sevmiyordum. Tahammül seviyem çok sığdı.
Bir süre sonra üniversitenin girişinde gördüğüm askeri araç hiçbir tepki uyandırmadı yüzümde. Ama benim aksime yanımdaki herkes çoktan arabaya doğru ilerlemeye başlamıştı.
Bugün üniversitenin interaktif öğrenme derslerinden birindeydim. Bölümdeki en başarılı öğrenciler, bölümleriyle alakalı bir dersten birkaç gün uygulamalı ders alıyordu. Şimdi ise yürürken eğitim için hazırlanan dosyayı karıştırmakla meşguldüm.
Askeri araçtan inen üniformalı askerlere bakarken bunun ne kadar can sıkıcı olacağını yüz üzerinden tahmin etmeye çalıştım. Sınıf arkadaşlarımın yapay hayranlıklarına ve heyecanlarına bakılırsa muhtemelen bu oran 80'in üzerinde olacaktı.
Bu eğitimde genel olarak askerler için ürettiğimiz silahlarla kendimizi savunmayı ve askeriyeyle alakalı temel bilgileri öğrenecektik. Okulun tüm bölümleri askeriyeyle bir şekilde bağlantılıydı ve bizim de bu konuda donanımlı olmamızı istiyorlardı. Eğitimin bir hafta süreceğini söylemişlerdi, ayrıca bizi okulun özel yurdunda konuk edeceklerdi. Herkesin bir askerle eşleşmesi gerekiyordu ve okul bunu rastgele yapmıştı.
Yavaş adımlarla gruba doğru ilerlerken dosyamın üzerindeki ismi tekrar okudum; hitap ederken yanılmak istediğim en son şeydi. Saçlarım bir kez daha rüzgarın ellerine değdi ve ben o sırada grubun tam karşısında duruyordum. Herkes eşleşmişti ve tek bir asker araca yaslanmış bir şekilde sigara içiyordu. Gözleri üzerimdeydi. Elindeki sigarayı görür görmez örgütten olduğunu anladım. Çünkü normalde toplum içinde sigara içmenin cezası hapisti.
Bakışlarımı çekip tekrardan diğerlerine baktım, gerçekten de geriye sadece o kalmıştı. Gözlerim yeniden onu buldu. Sigarayı bu kadar rahat hareketlerle içebiliyor oluşu sinirimi bozmuştu. Derdi neydi? İçinde olduğu şeyi belli edecek kadar aptal mıydı yoksa?
Yanına doğru yürüdüm ve karşısında durduğumda önce dudağındaki sigaraya sonra açık yeşil gözlerine baktım. "İsmin Cesur mu?"
Hiç sesini çıkarmadan dudağındaki sigarayı sol elinin işaret ve orta parmağı arasına aldı. Beni baştan aşağı incelerken yavaşça başını sallamıştı. Elimi uzattım. "Bilge. Memnun oldum."
Elimi tuttuğunda önce soğukluğu hissettim, elleri buz gibiydi. Elim birkaç saniye sert elinin içinde durdu, ardından ben elimi çektim. "Sigarayı bu kadar rahat içmen çok garip," dedim rahatsızlığımı belli ederek.
Gülümsedi. Bu gerçekten samimi bir gülümsemeydi. Sıcakkanlı davranmasını gerektiren hiçbir neden yoktu ve sorduğum soru beni ilgilendirmiyordu; sinirlenmesi gerekirken gülümsüyordu. Beni şaşırtmıştı.
"Bunu sorabildiğine göre ya çok aptalsın ya da bizdensin. Bir askeri sorgulayamazsın, seni tutuklayabilirim. Ayrıca nerede 'efendim' eki? Cık cık cık. Saygısız." Cüssesiyle orantılı bir sesi vardı. Ayrıca son söylediklerini dalga geçerek söylediği çok belliydi.
Gözlerimi kıstım, ne yaptığının farkındaydı. İçimden neredeyse ona aptal etiketi yapıştıracaktım ancak fikrimi değiştirmişti. Örgüttense eğer yaptığı yanlış olamazdı. Omzumu silktim. "Neyden bahsettiğini bilmiyorum. Ayrıca sen hala tam anlamıyla bir asker değilsin. Sizin akademiden geldiğinizi biliyorum. Saygımı hak etmen için mezun olman gerek."
Sigarasından son nefesi çekip ufak bir tebessümle izmariti arabanın zırhına bastırdı ardından izmariti, bıçağı yerinden çıkarılmış kabzanın içine attı. "Akıllı kız." Beni yeniden süzdü. "Dosyanı inceledim, ailen hakkında tek bir bilgi yok. Akademide tek başına bu kadar yükselebilecek imkana sahip olmanı sadece tek bir yer sağlayabilir," dedi ve kaşlarını havaya kaldırdı. 'Örgüt,' dedim içimden. Biliyordu.
Dişlerimi sıktım. Gerçekten de örgüttendi. Dosyanın kenarını sıkarken onun rahat bir hareketle yürümeye başlamasını izledim. Kibirli miydi yoksa yalnızca öz güvenli miydi henüz karar verememiştim.
Arkasından ona yetiştim ve sakin adımlarla fakülteye doğru ilerledik. "Ne zamandır?" dediğinde neyden bahsettiğini hemen anlamıştım.
"20. Sen?"
"23."
Örgüttekiler birbirlerine yaşlarını sormazdı. Ne zamandır örgüte mensup olduklarına cevap ararlardı, arardık. Çünkü zaten hepimiz doğumumuzdan beri onlarlaydık.
"Bu kadar gizli bir şeyi toplum içinde konuşmamız yasal değil," dedim kısık sesle. Ona yandan bakıyordum. Bana göz ucuyla bakıp yine gülümsedi. "Sandığın kadar ciddi bir mesele değil bu."
"Evet, öyle. Yalnızca sen laubalisin."
Bu sefer sesini duyabileceğim şekilde güldü. "Sen tam bir örgüt çocuğusun." Bunu dalga geçer gibi söylediği için kaşlarımı çattım. "Sen nesin peki?"
Adımları yavaşlayarak durdu, saniyeler sonra yüz yüzeydik. Dudaklarında hala sıcak bir gülümseme vardı ve bu beni sinirlendirmekten başka bir işe yaramıyordu. Bize kapalı bir kutu olmamız öğretilmişti, nasıl böyle gülümseyebiliyordu?
"İnsanım," dedi sanki çok gizli bir bilgiden bahsediyormuş gibi. Uzun ince işaret parmağı beni gösterdi, "Senin aksine."
"Ne demeye çalışıyorsun?"
Yüzüme doğru yaklaştı ve gözlerini kısarak çocuk gibi alt dudağını büktü hafifçe. Etrafa bakıp düşünüyormuş gibi yaptı. Kaşlarım biraz daha çatıldı, askerdi ve üstelik örgüttendi ama ciddiyet kelimesinin c'sine sahip değildi. Başımı biraz geriye çektim.
"Aklını kullan diyorum," dedi ve o da geri çekilip gülümsemeye devam etti. Anlamayarak yüzüne bakmaya devam ettim. Gözlerini devirdi. "İleride anlarsın. Ayrıca kaşlarını çatıp durma erken yaşta kırışıklıkların çıkar," dedikten sonra göz kırptı ve yürümeye devam etti.
Arkasından bakakaldım. Gelmediğimi fark edince durdu ve omzunun üzerinden bana baktı. "Gel hadi. Daha çok şaşırtacağım seni."
Tepkisiz, duvar gibi bir yüzle gözlerine baktım. "Kalsın. Şaşırtmana ihtiyacım yok."
"Haha. Hoşuna gitmediği belli."
"Sus artık."
Pis bir şekilde güldü. Sinirlerimi bastırmaya çalışarak önden gittim. Botlarının sesi arkamdan geldiğini anlamama yetti. Kendimi göz devirmekten alamadım, eşleştiğim kişi konusunda gerçekten çok şanslıydım(!) Ya da bilemiyordum, belki de karar vermek için çok erkendi.
Eh, yapacak bir şey yoktu. Başlamak üzereydik.
xxx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hol
Science FictionODA'nın devam kitabıdır. xxx 2073. Bu dünyada devlet solumaya devam ettikçe, biz de ölmeye devam edeceğiz. Geçmişi unuttun, bizi köleleştirdiler. Şimdi avuçlarındayız. Ama elimi tutarsan beraber kaçabiliriz. 2073. Devletin pençesinden kurtulabilir...