26. Bölüm

2.1K 190 48
                                    

---

Oğlumu öldürdün!" Willem tüm gücüyle bağırdı. "Tüm insanlarımı!"

Willem, elindeki kılıcıyla ona koştu, sesinden intikam ateşi fışkırıyordu. Kılıcını karşısındaki askerin geniş göğsüne vurduysa da, üstündeki gümüş yelek hasar almasını engellemişti. Ama bu onu durdurmadı, askerin boynuna vurmak üzere havada tuttuğu kılıç, öylece kaldı. Arkadaki okçulardan biri babamı bacağından vurmuştu. O an, gözyaşlarım içinde onu öylece izlerken, karşısındaki gümüş zırhlı asker ise, elindeki hançeri babamın karnını deşmek için kullanmıştı. Kralın inlemeleri tüm odada yankılandı, adamın cümlesi her şeyi daha da kana buladı. "Kral Jeon, sana saygılarını gönderdi."

Hançeri karnından sertçe çekti ve oluk oluk kanlar boşalmaya başladı. Gümüş kaskını çıkarttı yanıma gelmeden önce. "Kapıları kilitleyin." Diyerek emir verdi adamlarına. "Sana nasıl intikam alanacağını göstereceğim Taehyung ve bundan nasıl bir zevk duyacağımı asla bilemeyeceksin."

------------

Her şeyi daha net görebilmek için başımdaki kaskımı çıkarttım. O andan itibaren yerde yatan zırhlı askerlerin acı dolu inlemelerini daha iyi duyabiliyor ve yüzlerindeki şaşkın ifadeyi görebiliyordum. Koridorun sonuna doğru ilerlediğimde onca zamandır ilk kez Min'le konuşma fırsatım olmuştu. Elini omzuma yerleştirdi ve kanlı kılıcını kolundaki kumaşa sürdükten sonra kınına geri soktu. "Seni gördüğüme sevindim."

"Hayattasınız, Lordum."

"Onu bana bıraktınız, değil mi?" Min sorduğum sorudan sonra, eliyle mahsendeki bir hücreyi işaret etti.

"Uslu durması için bileklerinden duvara zincirledik. Biraz fazla uygunsuz davranıyordu." Başımı salladım anladığımı belirtircesine.

Geri kalanları, cesetleri toplamaları için görevlendirdikten sonra aklımda olanı yapmamak için bekleyemiyordum bile. Kendime söz verdiğim halde. Bu yüzden içimde tuttuğum uzun süreli öfkeyle beraber, o mahsene gitmiştim. Min'e arkada durmasını söyleyip demir kapıdan içeri girdim. İşte, rezil bir halde karşımdaydı. Onu öldürmek bir saniyemi alacaktı. Düşünmeden edemiyordum. Bu onun için kolay olurdu. Bu iyiliği hak etmiyordu. O çok daha kötüsünü hak ediyordu. O kadar kötüsünü hak ediyordu ki, yaparken vicdanımı sızlatacak şekilde ölmeliydi.

"Kral Jeon'a seni ülkeye almamasını söylemiştim. Beni dinlemedi ama." Ağzındaki kanı ayağıma doğru tükürdüğünde sinirle yumruğumu sıktım.

"Çok haklıymışsın. İyi ki de bu olacakları bildiğin halde ülkeden kaçacak kadar zeki değilmişsin." Dediklerimle, Jackson sinir bozucu bir şekilde güldü.

"Sırada kim var, Kral Jeon mu?"

"Kim bilir? Belki onun ölümünü görecek kadar yaşarsın. Her şey sana bağlı."

Birden öne atıldığında bileğindeki zincirler canını acıtmış olacak ki, sinirle ve acıyla hırladı. İçimdeki öfke adeta gözlerime vuruyor, gözlerimden ateş fışkırıyordu. Yerimden bir an bile kıpırdamadım.  "Tekrar görüşeceğiz, Jack."

Arkamdan benden nefret ettiğiyle bir sürü şey mırıldandı ben mahsende onun hücresinden uzaklaşırken.

----------

"Jackson'ın adamlarını öldürdüm." Üstüme bulaşan kıyafetlerimi çıkartıp temizlenmem gerekiyordu bu yüzden soyunmuş bir şekilde odanın banyosuna giderken Jeongguk beni gözleriyle takip ediyordu. Beraber aniden saraya dönmüştük, aslında bu Londra halkı için öyleydi sadece, uzun süren planlamalarımızdan sonra yavaş yavaş gerçekleştiriyorduk da. Tüm bunlar bittiğinde, evlenecektik ve Jungkook tacını giyecek sonrasındaysa, tahtına geçecekti.

My Alpha is a thief » Taekook Omegaverse Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin