Bakugou Katsuki: part 2
Deku'yu küçüklüğümden beri tanırım. Kendisi çok ağrıza ve gereksiz bir tip. Bilerek veya bilmeyerek her sözüyle benim tepemi attırıyor.
Küçükken hep arkamdan koşardı ve onu asla durduramazdım. Tek yapabildiğim bana yetişmesin diye daha hızlı koşmaktı. Kendisini ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da benim peşimi asla bırakmadı.
Onun ne bana karşı olan bakış açısını değiştirebildim ne de davranışlarını. Onun kişiliği öyleydi yapacak bir şey yok.
O kendi farkına varsın diye o kadar çok girişimde bulundum ki, artık hayal dünyasında yaşamasın diye...
Deku ile ilk defa vakit geçirmeye başladığımızda aslında dikkatimi çok çekmemişti. Zaten aynı mahallede oturduğumuz ve hep aynı okullara gittiğimiz için tanışıyorduk. O benim için yeteneklerimi ve gücümü kanıtlayabileceğim başka bir ezikti sadece. Ama bir süre sonra diğerlerinden ayrıldı. Diğerlerinden daha beceriksiz ve saftı. Bu bana övünmek ve onunla dalga geçmek için daha çok neden veriyordu.
Aslında rahatsız edici olmayan özellikleri de vardı. Mesela her yaptığım şeye ayrı bir şaşırırdı. Ayrıca benden korktuğu için değil gerçekten hayran kaldığı için beni överdi bu da beni daha çok gaza getirirdi. Deku'nun diğer çocuklarla karşılaştırıldığında hiçbir becerisinin daha iyi olmamasına hatta benim bu konuda yanımdan bile geçmemesine rağmen ona karşı övünmek ve yapabildiklerimi ona söylemek, kahramanlık hikayelerimi ona anlatmak bana büyük bir zevk verirdi. Belki de içinde hep beni kendisiyle karşılaştırdığını o an anlamamış olduğumdandır.
Aslında olanlardan dolayı aklıma takılan şey biraz bunlarla ilgiliydi.
Deku gayet dürüst biriydi ve özellikle korktuğunda genellikle doğruyu söylerdi. Ama o zaman gerçekten sınava girmeyi denemesi gerektiğini mi düşünüyordu?
Belki de haklıdır. Bu işe noktayı koyması lazım artık..
Bakugou Katsuki: part 1"Aptal işte!" diye söylendim. Benim ona yıllarca benimsetmeye çalıştığım pes etme duygusunu illa hayal kırıklığına uğradıktan sonra yaşayacaktı.
Bu onun için daha iyiydi galiba. Hayalleri ne kadar derin bir şekilde çatlarsa onları tamir edememe olasılığı da o kadar artardı. Boş hayallerin ona (ve bana) yarardan çok zararı olacaktı. Sonunda gerçeklerle yüzleşirse belki de yoluma çıkmazdı.
Çıkışta beni bekleyen ikiliyi görünce hiç şaşırmadım, zaten beni hiç yalnız bırakmazlardı. Dürüst olmak gerekirse zihnimi allak bullak eden düşünceler sardığında kafamı dağıtmama yardım ediyorlardı. Yani onlardan rahatsız değildim ama şu an uğraşmak istemiyordum. Nedense sınıftan çıkarken ne kadar keyifli olsam da bu düşünceler hep beni tatsızlaştırıyordu. Ellerimi ceplerime sokup kambur bir şekilde yürüdüm. Belki beni fark etmezlerdi.
"Hey Bakugou, Midoriya yaşıyor mu?" dedi kahverengi saçlı olan.
Çok erken konuşmuştum. Zaten normalde beni tanımayan kişilerin bile dikkatini çekerdim. Yani şaşırtıcı olmadı.
"Hey Katsuki!" diğeri de beni fark etmişti. Ama ben hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam ettim. Koşup yetiştiler.
"Bakugou, cidden soruyorum yukarıda ne oldu? Normalde biz yanındayken Midoriya'ya bulaşmaktan çekinmezdin. Niye bizi sınıftan kovdun?"
Çekinmekmiş, bu Kahve Kafa kelimelerle oynayarak cevap almaya mı çalışıyordu yoksa beni sinirlendirmeye mi? Ona cevap vermeye bile tenezzül etmedim. Zaten kafam dağınıktı.
"Ayrıca normalde Midoriya'ya bulaşmak hoşuna giderdi. Niye bu kadar gerginsin ki? Rahatla biraz." Eh, diğeri de beni iyi tanıyordu ne diyebilirim.
Beni iki taraftan soru yağmuruna tutuyorlardı. İstifimi bozmadım, alışmıştım artık. Sonuçta hayranlarının olması böyle bir şeydi. Bu düşünceyle gülümsedim, kendimi motive etmeyi iyi biliyordum.
"Keyfim gayet yerinde! Hem ben ona bulaşmadım sadece derste dediklerinin bedelini ödettim."
"Peki neden? Bu kadar özel ne dedin ki ona?" Belli ki onun sorusu görmezden gelindiği için farklı bir dille sormaya çalışmıştı.
"Yoksa Midoriya'nın o gün söylediklerinden dolayı mı?"Kafamı arkaya çevirip Kahve Kafa'ya doğru sinirli bir bakış attım. Eh sonuçta yanlış sayılmazdı. Ayrıca ses tonu da alayla karışık değildi, gerçekten merak içeriyordu. O yüzden sadece "sana ne" dermiş gibi bakmayı tercih ettim. Cevap vermeyeceğimi anlayınca da yanındaki uzun saçlıya döndü. Sanki cevabı ondan bekliyordu.
Bunun nedeni onunla daha uzun süredir tanışıyor olmamızdı. Sonuçta Deku gibi o da küçükken bizim mahallede oynadığım çocuklardan biriydi. Hatta bana en sadıklarındandı. Zaten hiç değişmemişti. Ne kadar ara sıra dalga geçsem de saçlarını uzun bırakırdı, bu küçüklüğümüzden beri böyleydi. Beni, Deku'yu ve aramızdaki ilişkiyi en iyi anlayan o olmalıydı. Tabii eskiden hep bana arka çıkıp Deku'ya sataşmaya çalışsa da artık sadece izlemeyi ve ara sıra arkadan laf atmayı tercih ediyordu. Olgunluk demek isterdim ama yine de bu durumdan çok keyif aldığı belliydi.
Kendinden cevap beklendiğini anlayınca:
"Yani ne olmasını bekliyorsun ki, zaten önemli veya eğlenceli bir şey olsa kendisi anlatırdı."
dedi ve aklına gelen şeyle sırıtarak konuştu:
"En azından meyve suyu olayı kadar dikkat çekici değildir."
Kıkırdadı ve devam etti:
"Sen de takma kafana Katsuki."
Bunu söylerken yüzündeki sırıtış her zamanki gibi alaycı bir gülümsemeye dönüşmüştü. (Bir gün benden çok fena dayak yiyecek ama o gün bugün değil.)Sonuçta haklıydı, hiç önemli bir şey olmamıştı. Her zamankilerden bir farkı yoktu bunun. Dolayısıyla onlara anlatacak bir şeyim de yoktu.
Kahve istediği cevabı alamamanın verdiği hayal kırıklığıyla başını öne eğmişti. Ama çok umrunda olduğunu da zannetmiyorum. Büyük ihtimalle okul çıkışı ne yapacağımızı düşünmeye başlamıştır.
Nasıl oluştuğunu bile hatırlamadığım bu arkadaş grubunda gayet iyi eğleniyorum aslında. Beni sinirlendirip durmasalar daha da mutlu olacağım ama yapacak bir şey yok sanırım. Zaten lisede herkesten ayrılacağım, bütün çocukluk arkadaşlarımdan. Ve bunu sabırsızlıkla bekliyorum. Özellikle şu inekten kurtulmak hayatıma ayrı bir kalite katacak.
Keyfim biraz yerine gelmişti ama kafama takılmış hala bir sürü şey vardı ve onları bastırma isteğim benimle yüzleşiyordu. Baştan sona sınıfta olanları düşünürken aklıma Deku'nun defteri geldi. Fazla komik, saçma ve dalga geçilesi olan bu kağıt yığınıyla büyük ihtimalle hakkettiği kadar alay edememiştim.
Yönümü değiştirip okulun arkasına doğru ilerledim. Pencereden aşağıya atmıştım yani buralarda bir yerlerde olmalıydı.
Arka taraf sadece teneffüslerde öğrenciler tarafından kullanılırdı. Okul çıkışı kimse uğramazdı. Büyük olasılıkla bunun nedeni bu saatlerde güneş ışınlarının binanın ön tarafına vuruyor olmasıydı, dolayısıyla burası yani okulun arkası günün bu saatlerinde gayet karanlık oluyordu.
Arkamdaki ikili merakla beni takip etti. Her zamanki gibi onlara "Beni takip edin" veya "Size bir şey göstericem" dememiştim, artık beni anlıyorlardı heralde.
Ama kahve saçlı "Bakugou bugün sessizsin." diyerek huzuru bozdu."Sessiz değilim!" Sonunda patladım. İkisi birbirine dönüp gülümsedi.
"Neye sırıtıyorsunuz budalalar sadece gelin işte.""Tamam, tamam."
"Geliyoruz ya zaten."
Nedense içimde onları ölüme de götürsem takip edeceklerine dair bir his oluşmuştu. Keyfim biraz düzelirken adımlarımı hızlandırdım.Arkamda oldukları için göremedikleri sırıtışım suyun üzerinde yüzen defteri görünce daha da büyüdü. Birkaç tane koi balığının (kırmızı-beyaz bıyıklı balıklar) adeta bir balık yemiymişçesine dadandığı "No.13" yazılı defter sanki oraya elle konmuş gibiydi.
Ellerimi ceplerimden çıkarmadan "Şuna bakın garip bir şey buldum!" dermiş gibi defterin üstüne eğildim. Diğerleri de o sırada yanıma gelmişti. Doğrulup iyice bakmaları için birkaç adım geriledim. O sırada ayak sesleri duydum ve kafamı geldiği tarafa çevirdim. Pis sırıtışım meraklı çatık kaşlara dönüşmüştü.
"Gerizekalı!!" diye söylendi kendi kendine, ayak seslerinin sahibi ve köşeyi dönüp bize kendini gösterdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zayıf ?!
Fanfiction"Ne zamandan beri aynı seviyede yarışıyoruz?" Spoiler: Başından beri :) . ((((!!!DİKKAT!!!: BU KİTAP DAHA TAMAMLANMAMIŞTIR!!!)))) Nedenini en altta açıkladım. Bu kitap ilk zamanlarında başka bir yolda ilerlerken şimdi yönünü değiştirmiş durumda. Yıl...