Gece kitap okurken uyuyakaldım ve kitap yüzüme düşmüş bir şekilde uyandım. Ne olacaktı benim bu kitap sevdam? O karakterlere aşık olmam, kitapların içinde yaşamam...
Kitaplar bu hayata gelmiş en güzel şeylerden birisi olmalıydı. Başkasının zihnindeki tiyatroları okuyoruz ve başrol biziz. Bundan daha güzel şey olamaz, özellikle benim için.
Kalkma vakti geldiğinde kıyafetlerimi elime aldım ve cebinde bir sertlik olduğunu farkettim. İçini açtığımda büyük bir şok yaşadım çünkü içinde prensin kraliçeye aldığı yüzük vardı!
Bunu ben almamıştım ki, nereden geldi bu benim cebime? Olamaz...
Sanırım işin ilk gününden kovulacağım. Kesin biri bana hain planlar kurmaya çalışıyor! Ah, buldum! PRENS!
Neden bana böyle bir tuzak kurmak istedi ki? Beni itici mi buldu? Eğer öyleyse ben onu daha fazla itici buldum fakat ona karşı bir saygısızlık yapmadım ki! Neyse bunları düşünmenin sırası değildi. Bunu nasıl açıklayacağımı bulmalıydım. Sanırım buldum! Kimseye gözükmeden prensi bulup ona geri vereceğim ve yüzüne tüküreceğim. Kovulursam en azından böyle kovulayım, hırsız olduğum için değil.
Kahvaltı bile etmeden işin yolunu tuttum. Bu sefer annemin uyanmasını bile beklemedim çünkü aşırı sinirliydim ve bu olayın acilen çözülmesi gerekiyordu. Sonunda vardığımda korumalar öfkemi anlamış olacak olmalılar ki beni durdurdular.
"Hop nereye böyle sinirli sinirli?"
"Lütfen geçmeme izin verin, ben hizmetçiyim!"
"Hizmetçiler yaklaşık 1 saat sonra gelecekler, YALANCI!"
Olamaz birde bunlarla mı uğraşacağım şimdi.. Nasıl inandırırdım ki şimdi hizmetçi olduğuma. Arka taraflardan mı girsem? Onları bir şekilde kandırıp mı girsem?"Hey, bu kız hizmetçidir. Kapıyı açın girsin!"
Bu ses çok tanıdık bir sesti. Prensin sesiydi. İlk defa prens bir işe yaradı diye sevindim ve derin bir 'oh' çektim. Korumalar hemen kapıyı açtılar ve prens bana doğru geldi ve
"Neden bu kadar erken geldin? Hediyeni beğenmediğin için mi?" dedi.
Ne diyordu bu! Ne hediyesi? Cebime koyduğu yüzük bana bir hediye miydi? Düşüp bayılacağım şimdi.
"Bu yüzük annenize aldığınız hediyedir, bunu kabul edemem." diye cevap verdim. Gülümsedi ve "Aramızda kalsın ama sana annemden çok yakışacağına eminim" dedi. Söylediği şey annesine karşı büyük bir terbiyesizlikti. Özellikle kraliçeye.
"Bunu bana verme amacınız nedir? Ben sadece bir çalışanım." dedim yumuşak bir ses tonuyla.
Biraz durdu ve etrafa bakındı. "Sen benim buradaki tek arkadaşımsın bu yüzden bundan daha fazlasını bile hakediyorsun" dedi. Bunu derken çocuk gibi sevinerek bakıyordu yüzüme. Sanırım ben onu yanlış anladım, o sadece arkadaş olmak istiyordu. Gıcık falan da değildi. Çok önyargılı olduğum için utandım. Bir daha asla birisinin hakkında ilk görüşte böyle düşünmeyeceğime kendi kendime yemin ettim. Prens hala suratıma küçük bir çocuk gibi bakıyordu ve uzun süre baktıktan sonra
"Hadi içeri geçelim ve sana odaları gezdireyim. Hizmetçi olarak değil, arkadaşım olarak" dedi. Öylesine mutlu oldum ki, anlatamam. Arkadaşça elinden tutarak beni götürmesini sağladım. Sırayla odaları geziyorduk ve sanki gezi rehberiymişcesine bana odaları tanıtıyordu. Değişik tablolar, pahalı vazolar, altından eşyalar bi sürü 40 yıl çalışsak da asla sahip olamayacağımız şeyler vardı bu şatoda. Adı üstünde 'şato'.
Değişik odaları geçtikten sonra mutfağa girdik. Özel aşçılar durmadan çalışıyor, kahvaltıyı şimdiden hazırlıyorlardı. Biz içeri girince aşçılar hemen "Prensim, istediğiniz bir şey var mı?" diye sormaya başladılar. Prens kafasıyla hayır işareti yapmasına rağmen bu sefer de "Yanınızdaki hanım kızın istediği bir şey var mı?" diye sormaya başladılar. Kendimi çok özel hissediyordum. Mutluluktan çığlık atmak üzereydim ama rezil olmamak için kendimi tutuyordum.
"İstediğin bir şey varsa al ve ye, bana sormana gerek yok." dedi prens.
Masadaki üstünde malzemeler olan hamur çok sıcak ve taze görünüyordu adını bilmiyordum ama canım çok çekmişti. Parmağımı uzatıp "Şu hamurlu şeyden istiyorum" dedim.
Birden aşçılar da dahil herkes gülmeye başladı. Kendimi çok kötü hissettim.
"Pizzayı mı diyorsun?" diye sordu aşçılardan bir tanesi.
İsmini duyuyordum ama hiç yemediğim için garip geliyordu ve nasıl söylendiğini bilmiyordum.
"Evet ondan" dedim utanarak.
Aşçı sıcak ve taze pizzadan bir parça uzattı. İçindeki şey peynir olmalıydı. Sanki bir ip gibi uzuyordu, izlemesi çok zevkliydi. Bu görüntü beni iyice acıktırdı ve elime aldığım an yedim. Yerken herkesin ağzı açık kaldı çünkü bu kadar sıcak pizzayı normal bir insan yerken üflerdi çünkü dili yanardı fakat ben öylesine aç ve heyecanlıydım ki pizzayı yerken sıcak oluşunun farkına bile varmadım.
Bugün hayatımın en güzel günü olmalıydı. Mutfakta vakit geçirmekten sıkıldığım için gitmek istedim. Prens ben nereye istersem oraya götürüyordu beni. Hatta tuvalet ve banyoyu bile görmüştüm. Hepsi resmen altından yapılmış birer tarihi eserlerdi. Ben orada asla tuvaletimi yapamazdım. Bizim evde tuvalet evin içinde bile değildi. Gece tuvaletim geldiğinde karanlıkta el fenerini alıp korkudan titreye titreye tuvalete gidiyoruz. Burası öyle mi? Her şey ayağının altında. Ne istersen önüne geliyor.
Her odayı dolaştıktan sonra bir odayı atladığımızı farkettim ve durup prense sordum.
"Bu odayı atladık. Burası ne odası?"