Kalbim Yavaş Atıyor

208 20 72
                                    

Arabalar yanımdan geçip gidiyor, hava daha da kararıyordu. Ben ise bomboş bakınıyor sadece titriyordum. Tamamen ıslanmıştım artık. Üşüyordum, dişlerim de birbirine çarpıyordu ama ben o kaldırıma mıhlanmış gibi yerimden kıpırdayamıyordum.

Karanlıktan küçüllüğümden beri korkardım oysaki, annem ve babamı kaybettiğimde de zifiri karanlık bir geceydi. O soğukta şimdi ki gibi tir tir titremiş, uzun bir süre beni birilerinin gelip beni almasını beklemiştim.

Kaza günü, o arabaya bakmıştım saatlerce. Arabadan savrulan annem ve babamın cesetlerine..

Yerde hareketsiz yatıyorlardı. Dudaklarım birbirine yapışmış gibi konuşamamıştım o gün.

Beş yıl önce Baha ile bir yolculuğa çıktığımızda ise bu sefer arabadan savrulan bedenlerden biri Baha'nın diğeri ise benimdi.

Ellerimizi birleştirip birbirimize bakarak kapatmıştık gözlerimizi.

°

Sonsuza kadar burada kalacakmışım gibiydim.

İsyan da etmiyordum. Ne yapacağımı yine bilemiyordum hayatımda her zaman yaptığım gibi, şimdi de öylece duruyordum, yönetilmeye alışmıştım belki de.

Başkalarının otur demesiyle oturan, kalk demesiyle kalkan, ye demesiyel yiyen, yeme demesiyle yemeyen bir insandım. Şimdi de ya birinin kalk demesini bekliyordum ya da birinin kaldırmasını.

Beş yıl önce Baha beni cesaretlendirmişti, bana kendi kararlarımı verebileceğimi öğretmişti. Ben karşı cinsle alakası olmayan bir kızdım, kimseyle de arkadaşlık kuramazdım gerçi.

Baha, ben bir adam nasıl sevilir bilmezken sevebilmeyi de öğretmişti bana, aşk'ı öğretmişti. Hem de o kadar usta bir öğretmendi ki o, bütün ezberlerimi bozup yeni ezberler edindirmişti bana.

Umudu ekmişti göğsüme, göğsümde umut çiçeklenmişti. En güzel bahçenin bahçivanıydı o, işini titizlikle yapıyor hiçbir çiçeği soldurmamak için özenle hareket ediyordu.

Dokunsa o çiçeklerin gövdesine, boynunu bükecekler diye korkardı. Hem o sadece bahçivan değildi, suydu, güneşti.

O gitti, göğsümdeki çiçekler birer birer boynunu eğdi, soldular bir daha açmayacak gibi. Sadece biri solmamıştı 'umut' ektiği o çiçeği kendi göğsünden koparıp vermişti sanki, benim değilmiş gibi inatla solmuyordu.

Yaz geçmişti, ilk bahar, sonbahar hatta kış geçmişti ama o çiçek solmamıştı. Şimdi o umıt çiçeğiyle Baha'nın benim çiçeklerimi yeniden açtıracağını umut ediyordum.

Kısacası o benim her şeyimdi. Bana hayat tarafından sunulan en güzel hediyeydi ve ben onu kaybedemezdim.

Kabanımın içerisinde göğsümün altına bağladığım kollarımı birbirinden ayırdım. Ellerimi çıkardım ve göğe baktım, yağmur damlalarının yüzüme çarpmasını umursamadım.

Ellerimi açtım. "Rabbim, onu bir kere benden aldın, sen verdin sen aldın. Bizi ayırma. Onu benden bir daha alma."

Ellerimi yüzümle buluştururken bir ürperti oluştu içimde.

Sanki kalbime birileri dokundu..

"Lübeyne." Arkamı dönmeye korkmuştum. Baha mıydı bu sesin sahibi yoksa aklım bana oyunlar mı oynuyordu? Ne arkamı döndüm ne de bir ses çıkardım. Yağmur damlalarını kesen bir şey kapanınca başımı hafifçe kaldırdım. Gözlerimi şemsiyeden alarak Baha'ya baktım.

Adını söyleyemedim, sustum. Zaten o yeniden bir şeyler söyleyecek gibiydi. "Kendini hasta etmeye mi çalışıyorsun, ne işin var burada?"

Kalkmaya çalıştım, ama ayaklarım beni taşımıyor gibiydi. Konuşmaya çalıştım ama dilim lâl olmuş gibiydi.

ÂŞIK-I MEHCUR (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin