"Neden bahsediyorsun sen?" arkasını döndüğünde neredeyse gülecekmiş gibi bir ifadeyle mavi gözlerini suratıma sabitlemişti. Öylesine küçümseyici bir bakışla süzüyordu ki beni, arkama bakmadan sınıfa doğru koşmak ve oradan hiç çıkmamak istedim. Ne yazık ki bunu yapmak için çok geçti. Eğlenen bakışlarıyla beni süzerken,güçlü görünmeye çalışarak,
"Başından beri tanıştığımızı biliyor muydun? Babalarımızın yakın arkadaş olduğunu, annenin cenazesine geldiğimizi, babamın seni tanıdığını?"
"Kızım sen dedektif falan ol böyle kolejlere boşuna para yedirme." artık resmen gülüyordu. Kendime güvenim paramparça olmuştu. Özgüvenimi böylesine alt üst etmesine neden olan şeyi düşündüm. Normalde özgüveni eksik bir insan değildim ama öyle bir havası vardı ki karşısında adınızın ne olduğu konusunda bile şüpheye düşebilirdiniz. Öte yandan ciddiye almamakta haklıydı, çoğu kişi herhangi bir cenazede karşılaşabilirdi ve kimse benim gibi devlet sorunu haline getirmezdi. Aptal Berra, neyi ispatlamaya çalıştığını sen bile bilmiyorsun,aptalsın,aptal..
"Dalga geçmeyi kes! Doğru düzgün cevap ver." düşüncelerim ve söylediklerim ters yönde çalışıyordu. Ne olursa olsun ağzımdan çıkan sözlerin arkasında durmak zorundaydım.
Af dilermiş gibi iki elini birleştirerek, "Ah çok pardon güzelim, tam olarak neye cevap aradığını anlamadım." dedi ve tek kaşını kaldırarak konuşmaya devam etti. Aniden ciddileşmişti ve bu surat ifadesi bile ona fazlasıyla yakışıyordu. "Seni tanıyordum ama bunun ne önemi var? Annemi kaybettiğimde cenazeye geldiniz ve oraya gelen diğer insanlardan bir farkını göremiyorum. Neyin hesabını soruyorsun? " saniyeler süren bir sessizliğin ardından devam etti "Saçma sapan işlerinle oyalama beni kızım, ciddiye almadığım hareketler peşinde koşuyorsun." dedi ve arkasını dönerek yürüyüp gitti. İçime ani bir öfke dalgası yayılırken bundan hiç bahsetmemiş olmayı diledim. Ama zamanı geriye almak imkansızdı ve sırf siz kırıldınız diye dünya durmuyordu. Girmem gereken 7 dersim ve halletmem gereken işlerim vardı. Hayatımda sadece bir kere gördüğüm bir insanı çok büyütmüştüm ve ben ne kadar büyüttüysem o beni o kadar ciddiye almamıştı. Dediklerinde haklıydı,birbirimizi tanımamızın herhangi bir anlamı yoktu.
Kolejin büyük koridorlarından geçerek kızlar tuvaletine yöneldim. Yüzümü yıkamaya karar vermiştim çünkü yanaklarım alev almış gibi hissediyordum.
İçeri girdiğimde benim gibi derse girmemiş birkaç kızın makyaj yaparken sohbet ettiklerini gördüm ve onlara aldırmadan musluğu açtım. Zengin,şımarık kızlar sürüsüne selam vermeyecektim. Beni biraz inceledikten sonra konuşmaya devam ettiler. Meriç'in sevgilisi olmak bu okulda insanların size tip tip bakmasını gerektiriyordu. Bu durumla son karşılaşmam olduğunu kendime hatırlattım çünkü artık Meriç'le çıkmıyorduk. Soğuk su yüzüme çarparken kızlardan birinin ince sesi düşüncelerimi böldü.
"Okula yeni gelen çocuğu gördünüz mü? Hani Savaş'larla takılan?"
"Soru mu soruyorsun kızım,görmemek imkansız. Yunan tanrılarına benziyor."
Onlar gülüşürken yüzümü buruşturup musluğu kapattım. Bahsettikleri kişiyi tanımamış olmayı diledim.
"Adı ne biliyor musun?"
Diğerleri hayır anlamında başını sallarken elimi musluğun bulunduğu soğuk fayansa dayayıp camdan onlara baktım. Bakışlarım delici bir ok gibi onlara yönelirken "Devrim." dedim. Kızların şaşkın gözleri bana bakarken yürüyüp kapıyı açtım ve aynı hızla gürültülü bir şekilde kapattım. Onlara tüm karaktersiz erkeklerin aynı zamanda yakışıklı olduğu sorunsalını açıklamak isterdim,ne yazık ki buna halim kalmamıştı.
Sınıfa girdiğimde Yağmur meraklı gözlerle beni süzüyordu ama tek kelime etmedi. Konuşmamı bekliyor gibiydi. Sessizce,
"Sonra anlatırım." dediğimde "Tamam." anlamında başını salladı.
Öğle arası bahçede, öğrencilere tahsis edilmiş olan otoparkta Yağmur'a olanlardan kısaca bahsederken bir yandanda etrafı inceliyordum. Gözümün kimi aradığını sorsalar bende bilmezdim. Anlattıklarımı bitirdikten sonra Yağmur,
"Devrim kendini ne sanıyor? Kafana takılmış olabilir ve bu yüzden sormuş olabilirsin." yüzünü buruşturarak devam etti, "Resmen seni azarlamış."
"Azarlamaktan çok alay etti." derken arabaya doğru yöneldim. Bir elin bileğime yapıştığını hissettim.
"Nereye?" Arkamı döndüğümde Meriç'in kahverengi gözleriyle karşılaştım. Yanında onların gruptan Tolga,Kerem,Rüzgar ve Elif vardı. Bizimle ilgilenmiyor gibi kendi aralarında bir şeyden bahsediyor,gülüyorlardı. Kendilerinden başka birileriyle ne zaman ilgilendiler ki diye kendi kendime sorarken Yağmur'a görüşürüz anlamında el salladım ve o da başını sallayarak onay verdi.
Meriç'in suratına bakmadan arabaya doğru yürümeye devam ettim ve kapıyı açarak bindim. Tam o sırada yan koltuğun kapısıda açıldı ve Meriç içeri girdi. Tek eliyle saçlarını geriye doğru tararken, sinirime hakim olamıyormuş gibi bir sesle,
"Sana arabama binebileceğini kim söyledi?" dedim.
"Berra, konuşmamız lazım bak ben.." sözünü bitirmesine fırsat vermeden,
"Defol git arabamdan." dedim.
"Özür dilerim."
Sinirle kesik bir kahkaha attım.
"Özürlerini sessize alır mısın? Senin gibi şeref yetmezliği olan biriyle konuşacak bir şeyim olamaz."
Yüzüme doğru manalı bir şekilde baktıktan sonra, "Konuşmak istemiyorsun öyle mi?" dedi ve bunu söylerken ona arabanın kapısını açarak çıkmasını işaret ettim.
Araba çalıştığında dikiz aynasından arkama baktım ve kahverengi gözlerin beni izlediğini gördüm. O gözlerden pek çok şey okunabiliyordu. Öfke,sinir,hırs..
Ama pişmanlık değil.
İç çekerek yola dikkatimi verdim ve okuldan hızla ayrıldım. Eve gitme kararım babam tarafından pek hoş karşılanmayacaktı, bu günlerde fazlasıyla devamsızlık yapmıştım ama bugün kendimi derslere giremeyecek kadar halsiz hissediyordum. Devrimle tanıştığımızdan beri sanki enerjimi emen bir virüs vücudumda dolaşıyor gibiydi. Aklımın yine ona kaymasından dolayı kendime kızarak sevdiğim bir şarkıyı mırıldanmaya başladım.
Tam o sırada telefonum tiz bir sesle çaldı ve açmak için elimi uzattım. Ekranda tanımadığım bir numara vardı.
"Alo?"
"Berra ben Devrim. Sakın arabaya binme. Duydun mu? Berra sakın arabayı kullanma!"
"Devrim ne olu.."
"Dediğimi yap sakın o arabaya binme!"
"Devrim ben arabadayım?" kenara çekip arabayı durdurmaya karar vermiştim. Telefon kulağımdayken yola dikkatimi veremiyordum.
Frene basarken ağzım şaşkınlıkla açıldı. Bir kere daha basarken ağzımın kuruduğunu hissettim.
Fren tutmuyordu.
Araba durmuyordu.
"Ne! Arabaya bindin mi? Berra nerdesin şuan?"
Neredeydim? Bilmiyordum. Adım dahil her şeyi unutmuş gibiydim. Şiddetli bir panik dalgası benliğimi esir alırken sırtımdan tüylerimi diken diken eden bir ürperti geçti.
"Alo?! Berra cevap ver."
Hızla yaklaşmakta olan otobüs görüş alanıma girerken boğazımdan tiz bir çığlık yükseldi. Telefon elimden kayarken Devrim'in bağıran, endişe dolu sesini artık duymuyordum.
Ve sonra, gerisi sadece karanlıktı.