Clocks

110 16 9
                                    

O gün Sungwoon'u güç bela atölyemden yolladıktan sonra kendimle baş başa kalmıştım. Belki çok sigara içiyor, belki yanında tüketmem gerekenden fazla lavanta çayını yudumluyordum ama bunlar bana iyi geliyordu. O kadar yıl içerisinde en çok bunu fark etmiştim kendimde, kimseden bir beklentim yoktu ve kimsenin benden de bir beklentisinin olmasını istemiyordum. Mesela, Jeon Jungkook'u çok beklemiştim. 15 yaşındaki Taehyung onu çok fazla beklemişti. Her şeye rağmen sırf onun için katlanmıştı tüm yaşadıklarına, sırf yanında biraz daha kalabilmek için. Lakin hak verirsiniz ki o yaştaki bir çocuğun bu kadar şeye dayanabilecek gücü yoktu. Bu yüzden ben, yani Kim Taehyung, 15 yıl önce gidemem diye korktuğum için haber bile vermeden terk etmiştim çocukluğumu. Jungkook'un hayatından çıktığım o gün zaman durmuştu, saatin yelkovanı oynamıyordu. Ona bağlı olarak ilerleyebilen akrep ise dünyadan bir haberdi.

Geri döndüğümde yelkovan oynamaya başlar, akrep hiçbir şeyden haberi olmasa bile işlevini yerine getirmeye devam eder sanıyordum.

Bozuk saatlerin nasıl hareket ettiğini bilir misiniz? Bir ileri bir geri, bir ileri bir geri... Bir mekanizma söz konusudur, bu mekanizma çalışıyordur ama bozuk bir saatin zamanın ilerlemeye başladığını göstermeye gücü yoktur. Jeon Jungkook'un yanına yıllar sonra geri döndüğümde, tam olarak bir bozuk saattim.

O an kendime itiraz etmek istedim. Bu güçsüzlükle bir de onu gerçekten geri kazanacağını ve eski Jungkook'a kavuşacağını düşünüyorsun, o iş biraz zor Tae demek istedim. Demedim. Kendime düşünmeyi yasaklamayı bir türlü becerememiştim.

Bu yüzden geceyi atölyemde geçirdim. Sabaha kadar milyon şey çizdim, bir sürü kağıt attım çöpe ama onu kalbimden atamadım.

Buraya gelirken verdiğim radikal kararları düşündüm. Onu nasıl geri alacağımı söylediğimi, Haerin'e meydanı bırakmayacağımı dile getirdiğimi hatırladım. Ama bunun için ne kadar gücüm olduğunu kendime hiç sormadığımı fark ettim.

Elime birkaç turuncu boya bulaşmıştı. Önümdeki tuvalin sağında ve solunda söndürülmüş sigaralar vardı. Düşünürken bunları yaptığımı fark edememiştim bile. O an, tuvalin o mahvolmuş halinde kendimi gördüğümde ağlamak istedim. Delicesine ağlamak, belki bir şeyleri parçalamak ve biraz olsun içimdeki karmaşayı atmak istedim. Her güne farklı bir insan olarak uyanmaktansa, iki günümü bari aynı insan olarak geçireyim istedim.

Tuvalin köşesine çökmüş ağlarken saat gecenin 4'üydü. O anda, kapıyı hafif aralayıp yaklaşık yarım saattir beni izleyen ve aynı şekilde ağlayan Jungkook'tan bir haberdim. Hiçbir zaman da bunu bilemeyecektim.

Ama Jeon Jungkook o gece, lavanta ve sigara kokan atölyemde, mahvolmuş tuvallerimin arasında benimle birlikte gözyaşı dökmüştü. Hayat mı bu kadar zordu? Yoksa biz miydik bu hayatı zorlaştıran? Henüz bunu öğrenecek kadar yaşamamıştık.

*********

artaelavender: Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

artaelavender: Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur. 


1654 beğeni (gönderi yorumlara kapalı.)



-Önemli-

Evet, ben bu hikayeyi 2018'de yazmaya başlamıştım. Daha sonra nedenini hatırlamadığım bir sebepten kesmişim. Hala arada girip okurdum kendi kendime çok hoşuma gidiyordu çünkü ilk beş bölüm. Lakin aradan iki yıl geçmesine rağmen bazen yazıp yazmayacağım ile ilgili mesaj ya da yorum alıyorum. Sizce devam etmeli miyim? Aradan iki yıl geçti ve aynı düzeyde yazamayacağımı düşünüyorum, berbat etmek de istemiyorum açıkçası. Bu yüzden geçiş bölümü tarzında bir şey yazdım. Eğer geri dönüş yaparsanız ona göre karar vereceğim yazıp yazmayacağıma. Sizin görüşlerinize bırakıyorum yani. 


Sevgiyle kalın, 

Hunnieghoul..

Fuck It, I Don't Wanna Be Your Friend - TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin