Everything Has Changed

234 28 11
                                    

Jungkook'un kapısında yaşanan ufak tanışmadan sonraki gün üniversitedeki ilk günümdü. Dalgındım, uykusuzdum ve bir o kadar da huysuzdum. Sevindiğim tek tarafı henüz hazırlık öğrencisi olmamdı. Bildiğim ufak ayrıntı ise bölüm fark etmeksizin tüm hazırlıkların aynı sınıfta olacağı ve Jungkook'un da bu okula başlayacağıydı.

Elimdeki lavanta çayıyla sınıfa doğru yürürken gözlerimi bardaktan ayırmamaya gayret gösterdim. Çünkü biliyordum, serbest bıraktığım an göz bebeklerim asıl sahiplerini arayacaklardı. Bu her zaman böyle olmuştu. Bana aittiler, birlikte bu dünyaya gelmiştik fakat onların zaafı hiçbir zaman ben olmamıştım.

Göz bebeklerimin ve diğer tüm uzuvlarımın en büyük zaafı Jeon Jungkook'tu.

Sınıfa kazasız belasız girmeyi başardığımda ortalardan bir sıraya yerleştim ve beklemeye başladım. Onun beni ilk gördüğünde ne tepki vereceğini merak ediyordum. Daha doğrusu ne tepki vereceğini biliyordum. Muhtemelen tanımıyor gibi davranırdı.

Ama öyle olmadı.

Jeon Jungkook tüm ihtişamıyla sınıfa girdiğinde gözlerimi ondan alamamıştım. Yıllar geçmişti, yıllar sonra onda ilk dikkatimi çeken şey vücudunu kaplayan dövmeler olmuştu. Benim tuval olarak kullanacağıma söz verdiğim vücudunu, anlamlandıramadığım şekiller kaplıyordu şimdi.

Ve o an, göz göze geldik. Acaba Dali de ölümsüz aşkı Gala'yı ilk gördüğünde böyle mi hissetmişti? Böylesine boş ve alabildiğine dolu.

Beklemediğim şey ise Jungkook'un koşarak bana doğru gelmesiydi. Yapılı kollarıyla kafamı göğsüne yasladı ve bana sıkıca sarıldı.

"Aman tanrım! Taehyung bu sensin değil mi yanlış görmüyorum?" Evet, benim. Lakin bu sen değil gibisin.

"Merhaba" diyebildim sadece. Mutlu görünüyordu, beni gördüğüne oldukça mutlu olmuştu. Klasik bir dizi sahnesi bekliyordum. Bilirsiniz, bana kötü davranacaktı. Her şey için beni suçlayacaktı. Ben de masum olacaktım ama bir türlü beni dinlemediği için çok geç kavuşacaktık.

Yanılmıştım. Ne ben masumdum, ne de Jungkook kırılmış görünüyordu. Kolumdan tutup diğer arkadaşlarının yanına doğru çekiştirdi beni. Tüm bunlar olurken sessizdim, bir mimik bile gösteremiyordum. Sonunda onların yanına vardık. Arkadaşlarının ve Haerin'in yanına.

"Gençler bu çocukluk arkadaşım Taehyung..." ve devamını dinlemediğim bir sürü kelime daha. Hepsiyle teker teker el sıkışırken hala sessizdim. Bir şeylerin değiştiğini fark ettiğim ikinci seferdi. Eskiden konuşan taraf hep ben olurdum. Saatlerce, günlerce konuşurdum ve Jungkook olanca sakinliğiyle beni dinlerdi. Rolleri değişmiştik. Zaman bizi klasik bir Secret Garden sahnesine sürüklemişti. Lakin  değişen bedenlerimiz değil ruhlarımızdı.

***

Herkes derse gittiğinde Jungkook ve ben kafeteryada oturmaya devam ediyorduk. Aradan geçen belirli bir zaman vardı, her şey yolundaymış gibi davranmak yapacağımız en büyük aptallık olurdu. Bu yüzden derin bir konuşmanın içerisinde bulmuştuk kendimizi.

"Gitme sebebini merak etmiyorum Taehyung. Umurumda olduğunu da söyleyemem çok. Senin yerin bende hala aynı. Sadece sen gittikten yaklaşık 4-5 ay sonra annem vefat etti ve o süreç benim için zordu. Bilirsin ailemden geriye kalan tek kişiydi. İşte bir tek o dönem aradı seni gözlerim. Onda da çok geçmeden Haerin ile karşılaştık ve tekrardan toparlamış oldum."

Yüzündeki hafif gülümsemeyle nefes almadan anlattıkları beni afallatmıştı. Bayan Jeon'u severdim, onun için üzülmüştüm ama afallama sebebim bu değildi. Benim tanıdığım Jungkook hiçbir zaman bu kadar açık anlatmazdı kendini, bu kadar rahat ifade edemezdi. Benim tanıdığım Jungkook'un zihni bir Mariana çukuruydu. İçine girmeniz imkansız değildi, ama girip de geri dönebilen olmamıştı.

"Hala aynı canlılığıyla annenin lavantalarını korumana sevindim" diye mırıldandım gözlerine bakarak.

"Nasıl korumam Tae? Onlar 15 yaşındaki bizim masumluğumuzu taşıyorlar. Gerçekleri sadece onlar biliyorlar. Senden önce de senden sonra da onlar vardı, olmaya da devam edecekler."

15 yaşındaki biz... Tek hayali psikoloji okumak olan, sanata aşık ve her yeri tuval olarak kullanan minik Taehyung..

Cevap vermemiştim, zaten oturduğumuzdan beri doğru düzgün konuşmamıştım. Gözlerimin aciz olduğu şaraba doymalarını bekliyordum. O an, tam da o şarabın ortasındaki küçük göz bebeklerinde şunu gördüm: Mezarın içinde 15 yaşındaki Jungkook, üstünde ise genç bir oğlan. Alabildiğine toprakla kapladığı mezarın üstüne çiçekler dikiyor. Vernem nihaden... Birisini öldürüp onun mezarına çiçekler dikmek. O gün o gözlerde gördüğüm şeylerin ileride beni ne kadar sarsacağından bir haberdim.  O gün o gözlerde gördüğüm şeyin tek sebebinin çok Dostoyevski okumak olduğunu sanıyordum. Yanılmıştım.

***

artaelavander: Bana gerçeği söyleyin çünkü o yapmıyor

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

artaelavander: Bana gerçeği söyleyin çünkü o yapmıyor.

1.300 kişi beğendi. (Bu gönderi yorumlara kapatıldı)


Fuck It, I Don't Wanna Be Your Friend - TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin