Birinci Bölüm

12 1 0
                                    

Ocak ayındayız.

Yağmaya başlayan kar yüzünden annem evden sabah erken çıkmakta ısrar ediyor. Cumartesi sabahı haftasonunu geçirmek üzere babamın evine, Reading'e, gitmem gerekiyor. Normalde otobüsü kullanırım ama bu sabah annemin yapacak daha iyi bir işi yok ve benim böyle bir havada otobüs kullanmamı istemiyor. Babamı arayarak Winchester'a yani Reading'e gideceğim yolun yarısına kadar beni getirebileceğini söylüyor.

Böylece annemle saat sabahın yedisinde Winchester'a gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yol boyunca çok rahatsız hissediyorum çünkü annem ve babam yan yana geldiklerinde kavga etmeden duramazlar. Onlar, kavga için sebepleri olmasa bile canlarını sıkan herhangi bir şey yüzünden kavga edebilecek insanlar. Bu yüzden de sadece birkaç yıl evli kalabildiler ya.

Kar bütün yolları kapatamadan önce Winchester'a ulaşıyor, hep birlikte birer kahve içiyoruz. Annem ile babam kavga edecek mantıklı sebepler bulamadıkları için kahvenin sütlü mü yoksa sütsüz mü içilmesi gerektiğine dair tartışıyorlar. Bu tartışmalar iki taraf için çok önemli gözükse de asla asıl kazanan bir taraf olmuyor. İki taraf da kazanıyor, birbiriyle zıtlaşmanın zevkini.

Babamı çok sık ziyaret etmiyorum, en sık ziyaretim ayda bir haftasonuna denk geliyor. Bu ziyaretler boyunca evde oturup ya ders çalışıyor ya da babamın izlediği ucuz filmlerden birini onunla birlikte izliyorum. Babam bir babadan çok dayım Edd'in çiftliğindeki domuzlara benziyor. Şişman, tembel ve pis. Fedakarlık konusunda bildiği hiçbir şey yok, işe sadece iki gün gitmesi gerekiyor. Geri kalan günler işini evinden yönetiyor ve alışveriş dışında asla evinden çıkmıyor. Evi tam anlamıyla yapış yapış ve orada geçirmek zorunda olduğum süreden tam anlamıyla nefret ediyorum. Kulağa fazla acımasız geliyor olabilirim, konu babam olduğunda öyleyim.

Babam şimdiki evine taşınalı yalnızca iki ay olmuştu. Bu da benim ilk ziyaretim olacaktı.

Kar bize engel olmadan babamın evine ulaşıyoruz ve eski kırmızı arabasını kapalı bir otoparka bırakmak yerine evinin önüne bırakıyoruz. Babamın yeni dairesi üç katlı ve her kat küçücük. Giriş ve depo olarak kullanılan katı babamın arkasında ilerleyerek geçiyorum. İkinci kat küçük bir hol ve üç kapıdan oluşuyor. Sağda salon, karşımda mutfak ve solda da bir dolap. Üst katın odaları da aynı sayılır. Bu sefer sağda bana ayırdığı oda, karşımda banyosu, solda kendi odası var.

Sırt çantamı yılda bir aydan fazla kullanmayacağım odama bırakıyorum. Ev henüz yeni olduğu için oldukça temiz, ders çalışma fikrini bir kenara bırakarak salona gidiyorum.Büyük camlardan bahçeye baktım, babamınkinin aynısı kırmızı tuğla evler karışık bir şekilde konumlanmış ve kar tahminimce yirmi santime yaklaşmakta.

Kendimi ağır deri koltuğa bırakıyorum. Babam salona giriyor ve televizyonu açıyor. "Ciara nasıl?" Babam benim hakkımda fazla bir şey bilmiyor ve ilgilendiğimiz ortak bir alan da yok. Sorabileceği sorular çok kısıtlı ve o da her seferinde en yakın arkadaşım hakkında soruyor.

"İyi." Ciara'ya en yakın arkadaşım dememin sebebi onun en yakın arkadaşım olması değil. Sadece 'en iyi arkadaş' başlığı altına koyabileceğim en iyi kişi o.

Onunla ve annesiyle bir pazar günü kiliseden çıkarken tanışmıştık. Bu on yıl kadar önceydi. Mahallemize yeni taşınmışlardı, kimseyi tanımıyorlardı ve böylece zorunlu arkadaşlığımız başlamıştı. Ciara aynı annesi gibi dinine çok düşkün bir katoliktir. Annem, Ciara'nın annesini fazla sevmese de ona ne kadar iyi bir hıristiyan olduğunu göstermek ve takdirini almak için her fırsatı değerlendirir.
Ben ise...bilmiyorum. Kiliseye en son birkaç yıl önce annemin zorlamasıyla gitmiştim. İncili okumadım ya da tanrının varlığından emin değilim.

NAIVEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin