Çarşamba günü okulda basketbol maçı olduğu için öğleden sonra ders yok. Bütün okul, ot ya da sigara için okulun ilerisindeki alt geçide kaçmayanlar, tribünleri dolduruyor. En son ortaokulda basketbol oynadığım halde Tristin için orada duruyorum, eminim kızların yarısı da aynı sebeple burada.
Basketbol maçını kolayca kazanıyoruz çünkü karşı takım berbat oynuyor. Yine de okul deliye dönüyor. Tezahüratlar ve çığlıklar birbirine karışıyor. Takım arkadaşları Tristin'i omuzlarına alıyorlar, o da diğerleriyle kahkaha atıyor. Güne devam edebilecek kadar enerjiyi bu görüntüden alıyorum ve okuldan çıkmak için salondan ayrılıyorum. Koridorlar iki okulun öğrencileriyle dolu. Merdiven boşluğunda birkaç kişi kavga ediyor. Her tarafta karmaşa hakim.
Duraklara gidene kadar kaç kişiyle çarpıştığımı sayamıyorum bile. Tıklım tıklım otobüste kendime yer buluyorum ve kursa gitmek için merkeze doğru yol alıyorum. Duraklarda otobüsten indiğimde kursun başlamasına hala birkaç saat olduğunu fark ediyorum. Böylece boş boş dolanmaya başlıyorum. Önce birkaç dükkana giriyorum, sonra kütüphaneye gidip edebiyat dersi için okumam gereken kitabı soruyorum. Kitabı benden önce birinin almış olduğunu gördüğümde omuzlarımı düşürerek dışarı çıkıyorum. Yakındaki birkaç kitapçıya uğruyorum ama hiçbirinde Bülbülü Öldürmek'i bulamıyorum. Söylediğim gibi, Borunemouth küçük bir şehir ve sınıftakiler benden önce her yeri gezmiş olmalılar.
Pes ederek Starbucks'a gidiyorum. Sıcak bir şeyler içip zaman öldürürken internetten kitap sipariş etmek iyi bir fikir gibi görünüyor. Bol kremalı ve karamelli bir kahve alıp köşedeki bir masaya geçiyorum. Aradığım kitabı bulup sipariş ediyorum ve ısınırken kahvemi yudumluyorum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum ve sonunda Fransızca kursuna gitmek üzere oradan ayrılıyorum. Çemberde bizim okuldan birkaç öğrenci görüyorum ama hiçbiriyle yakın olmadığım için öylece yürümeye devam ediyorum. Soğuk, burnumu ve yanaklarımı ısırıyor ama havanın geçen haftalara göre daha sıcak olduğu bir gerçek. Kurs binasının merdivenlerini tırmanırken soğuktan ve hızlı yürümekten dolayı nefes nefese kalıyorum ama yine de sınıfa ulaşıyorum. İçeride kimse yok. Her zaman oturduğum sıraya oturuyorum ve diğer öğrenciler gelmeye devam ederken kafamı birkaç dakikalığına sıraya koyuyorum.
''Bonjour, tout le monde!'' sesini duyduğumda kafamı şaşkınlıkla sıradan kaldırıyorum. Gabrielle çoktan gelmiş ve sınıf dolu. Jesse'nin olması gereken sıraya baktığımda orada olmadığını görüyorum, onun yerine orta yaşlı bir kadın o sırada oturuyor. Gabrielle dersi başlatmak için birkaç şey söylüyor ve dikkatimi dağıtan şeyleri aklımdan çıkarıyorum.
Dersin ilk yarım saati geçtiğinde uykum gelmeye başlıyor ancak o esnada sırama bir not düşüyor. İki kere katlanmış not kağıdını açıyorum.
Bana gönderdiğin mesajı niye sildin? Çok kırıldım.
Kaşlarımı çatıp sağıma ve soluma bakıyorum. Tam olarak arkamı döndüğümde sırıtarak bana bakan Jesse'yi görüyorum. Sıcaklık yüzüme tırmanırken önüme dönüyorum ve sıramdaki kalemle not kağıdının tersine yazıyorum.
Yanlışlıkla sana attığım için.
Kağıdı arkama doğru uzatıyorum ve o sırada parmaklarımız birbirine değiyor. Buz gibi parmakları ürpermeme sebep oluyor. Birkaç dakika sonra başka bir kağıt omzumun üstünden sırama düşüyor. Kağıdı açıyorum.
Hiç sanmıyorum ama madem öyle diyorsun...
Kağıdı onun görebileceği şekilde buruşturuyorum ve sırama koyuyorum. Ders bitene kadar bir daha konuşmuyoruz. Ancak ders bittiğinde sıramın önünde bekliyor. Kaşlarımı kaldırıp 'ne var' dercesine ona bakıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NAIVE
Roman pour AdolescentsHayatımda geçirdiğim en güzel yılın hayatımda geçirdiğim en kötü belki de son yıla dönüşmesi yalnızca birkaç ay aldı. Kim olduğumu bilmiyorum ama sen benim kim olduğumu öğrenmek istiyorsan kapağı aç. Kimliğimden fazlasını bulacaksın. Notlar al. Ve...