14. Bölüm"Solgun bir papatya"

19K 1.6K 346
                                    

Hüznün en acısı buydu demek, ondan ayrılmak. Ondan uzağa gitmek...

Çektiğim nefesin ciğerlerimi yakması, kalbimin ağrıması ve gözlerimi zorlayan yaşlar... Tüm bunlar ondan uzağa gidecek olmanın bendeki hafif belirtileriydi sadece. İçimde bir yer olduğu yere çökmek ve bir çocuk gibi ağlamak istiyordu. Ona sarılmak, ona tutunmak ve beni bırakma diye çığlık çığlığa bağırmak isteyen yanımı nasıl susturabiliyordum? Bilmiyorum...

Omuzlarıma ağır bir yük misali çöken ayrılıkla öylece derin bir sessizliğe gömülmüştüm. Soluklarım bile öylesine yavaş ve kesik kesikti ki. Bakışlarımı ayaklarımın ucunda duran çantamdan kaldırıp karşımda oturan adama baktım. Gözlerim mavi gözlerle buluşunca zorlukla yutkundum. Gülümsemeye çalıştım ama kalbim böylesine acırken bunu yapamadım bile. Bakışlarımı ondan kaçırıp kafamı önüme eğdim ve titrek bir soluk aldım. Ardından bakışlarımı dışarıya, akıp giden yola çevirdim. Uzun uzun baktım, yanından geçtiğimiz harabe evlere, sokaklarda gezinen yoksul çocuklara, her yeri gölgeleyen ölüme... Öylece baktım, bu belki de son görüşümdü buraları. Belki de bir daha buralara gelmeyecektim. İşte şimdi, yıllar önce ansızın kendi yalnızlığımdan kaçmak için geldiğim bu şehirden gidiyordum. Ama bu öyle bir gidiştiki, kalbimde aklımda burada kalıyordu.

Titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamamak için derin bir soluk aldım. Sonra diye mırıldandım. Sonra ağlamalıydım. Helikoptere bindiğimde ağlayabilirdim, ama şuan Selçuk tam karşımda otururken olmazdı.

Elimi kaldırıp yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Oysa ne kadarda bitkindim. Ölümün kıyısından dönmüş, bir çatışmadan çıkmış ve saatler sonra kendimi bir askeri aracın arkasında ülkeme dönerken buluyordum.

Bir yaprağa benzettim kendimi. Dalından kopup, rüzgarda oradan oraya savrulan bir yaprak..

Oysa tek istediğim durulmak değil miydi? Bir yere ait olmak, artık oradan oraya savrulmamak... Geldiğim bu topraklarda kalbim ait olacağı yeri bulmuştu da bedenim orada kalmayı başaramamıştı. İşte şimdi onu arkamda bırakıp gidiyordum. Türkiye'ye dönüyordum, vatanıma, güzel ülkeme. Ama sevinemiyordum çünkü kalbim de öyle bir ağırlık vardı ki nefesimi kesiyordu. Ciğerlerim şimdiden özleyeceği o barut kokusunu arıyor, burnumun ucu özlemle sızıyordu.

Sahi, ben nasıl gidecektim bu adamdan? İlk defa buldum huzuru ve güveni geride bırakıp nasıl adım atmaya devam edecektim?

Aracın durmasıyla kendime geldim. Düşüncelerimden sıyrılıp oturduğum yerden kalktım. Çevremde konuşan adamlara aldırmadan araçtan indim ve ileride duran helikopteri gördüm. Ardından bir kaç tanıdık gazeteciyi ve bir iki sivili, onlarda anlaşılan dönecek olanlardı.

Bir kaç adım atıp helikoptere doğru yöneldim. Dönüp Selçuk ile vedalaşmam gerekirdi değil mi? Ama yapamazdım. Ona bakarsam nasıl bırakacaktım? Kollarımı ona sarıp öylece yanında kalmak isterken nasıl dönüp gidecektim? Gözümden bir damla yaş tüm direncime rağmen kayıp gitti. Bir adım daha atarken kolumu saran o sıcak, nasırlı parmakları hissettim. Boğazım düğümlendi, ayaklarım durdu. Gözlerimde ki yaşlar beni zorlarken titrek bir nefes aldım.

"Bir veda bile etmiyor musun?" Sesini duyunca tutmaya çalıştığım bir kaç damla daha aktı. Hızla elimi kaldırıp gözyaşlarımı sildim ve usulca ona doğru döndüm ama başımı önüme eğmiş, ona bakmıyordum.

"Vedalarda iyi değilim." Sana veda etmeyi beceremem.

"Dilruba"

"Efendim" sesim öylesine kısık çıkıyordu ki duyup duymadığını bile bilmiyordum.

DİLRUBA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin