Hayatım boyunca bazı şeylere karşı bilinçli bir bilinçsizdim. Olan şeyleri bildiğim halde bunlar bana zarar verene kadar görmüyor, görüyorsam da körmüş gibi davranıyordum. İnsanın içinde bir savunma mekanizmasıydı bu, acıyı geciktirebildiğimiz kadar geciktirmek için üç maymunu oynuyorduk ama nereye kadar sürerdi bu? Eninde sonunda zaten her şey olacağına varmıyor muydu?
Wang Yibo'yu görüyor, duyuyor ve biliyordum. Ona dair bildiğim her şeyi kendime saklıyordum ve bana yapabileceğini bildiğim her şeye rağmen umursamadan ona koşuyordum çünkü seviyordum. Aslında bu da bir başka bahaneydi. Herkes birbirine karşı belirli duygularla hareket ediyordu ama bunun aşk mı, nefret mi ya da herhangi başka bir duygu mu olacağına biz karar veriyorduk. Daima aşkımızı kendimizin seçtiğine inanmıştım, insanın aşık olduğu kişi kendisinin olmayı hayal ettiği kişi veyahut tercih ettiği hayattı. O küçük çocuğu gözlerindeki yılan gibi sinsiliğe rağmen ben dahil etmiştim benliğime, her şeyi bildiğim halde susmuş ve beklemiştim. Ardından da diğer ademoğullarından farksızca seviyorum bahanesine sığınmıştım.
Gurursuz ve onursuzdum, beni aldattığını bile bile konduramamıştım ona. Gözüm o kadar dönmüştü ki Yixuan'ın onu kandırdığına ve manipüle ettiğine inanmıştım, öyle olmadığını bile bile. Eninde sonunda meleğimin pişman olup onu bırakacağını ve kendini bana adayacağını düşünmüştüm, tıpkı benim yaptığım gibi. Tabii, sonrasındaysa hiç yemediğim hayatın sillesini ardı ardına fazlasıyla yemiştim ve hayatımın tüm kontrolünün sandığımın aksine bende olmadığını anlamıştım. Hem geç hem de güç bir şekilde öğrenmiştim bunu.
O zamanlar daha çok canım yanıyordu dersem yalan olurdu muhtemelen çünkü ilk üç sene hiçbir şey hissedemediğimi anımsıyordum. Şoktan mı yoksa beklediğimden mi bilmiyorum ama o zamanlar Yibo ile alakalı hiçbir şey konuşmuyordum, tek düşündüğüm ailemdi. Ölen babam ve son nefesini yakın zamanda vereceğine emin olduğum annem... ah, ne çok şey borçluydum onlara ama onları mutlu edebilmek adına hiçbir şey yapamamıştım. Yetmezmiş gibi ikisi de benim yüzümden ölmüştü.
Bir gün öleceklerini biliyordum ve bu gerçeğin farkındalığıyla yaşıyordum ama ölümlerini avuçlarım arasında tutacağımı düşünmemiştim, ölümlerine bulanmış ellerimle onlara sarıldığımın farkında değildim ve artık benimle değillerdi. Onlara karşı hiçbir zaman büyüyemiyordum belki de sırf mahvettiğim hayatları yüzünden. Hala küçük bir çocuk gibi evde annemi bulacağımı düşünerek gidiyordum ıssız mabedime. Hala babamın benimle oyunlar oynadığı o küçük çocuk olmak için çabalıyordum. Her soğuk havada iki ayrı ses duymayı umuyordum, sıkı sıkı üstümü giymemi tembihlemelerini duymaya çalışıyordum.
En büyük yarım kalmışlığım onlardı, bunun üstesinden nasıl geleceğimi bilmiyordum. Kocaman adam olmuştum ama hala anne baba sevgisine açtım. Canım yandığında saçlarımı onların okşamasını istiyordum, başımın iki güzel elden mahrum kalmasını değil. Soğuk ellerimi ısıtmak için kendime değil annemin kocakarı ilaçlarına ihtiyacım vardı. Ve uzun zaman zamandır aradığım o sorunun cevabını biliyordum. İnsanların bana yetmemesinin ve hiçbir şeyin acımı dindirememesinin nedeni buydu. Yarım olma hissi, doldurulamazlık...
Önce Yibo'nun boşluğunu hissetmiştim ama buna alışmıştım çünkü ailemin yanımda olduğunun bilincindeydim ama onların boşluğunu dolduramıyordum. Hiç kimse ve hiçbir duygu bunu bastıramıyordu. Benim beni var edenlere ihtiyacım vardı.
''Daha iyi misin?'' Kupayı önüme bırakıp karşıma oturdu ve bacaklarını katladı. İnce bedenini gizleyen kalın beyaz sweati teniyle uyum içindeydi ve güzel gülümsemesiyle beni izliyordu. Ona baktıkça bastırmakta her an daha da zorlandığım ağlama dürtüme karşı savaşıp gülümsedim ve başımı salladım. İki yandan topuz yaptığı saçları dışında tamamen annemin görünüşüne ve ruhuna sahip olduğunu düşündüğüm bu kız ve ailesiydi beni ayakta tutmaya çalışan. Hiçbir istekleri bile yoktu bunun için, içimdeki de bunun mahcubiyetiydi belki de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Memory|Yi Zhan
FanfictionKirli kanını kalbime ilk akıttığında on altı yaşında bir çocuktum. Vücudum o kanı benimseyip onunla büyüdü, onunla gelişti fakat sen beni büyüttüğünü sandığım bu zehri bedenimde her geçen gün daha da benimserken bile yanımda değildin, Yibo. Zehrini...