Arkamdaki göremediğim saatin iğrenç tik tak sesi kulaklarımı tırmalarken gerildiğimi belli etmemeye çalışıyordum. Bu zordu çünkü daha önce böyle baskın bir karakterin karşısında bulunmamıştım ve daha önce kimse gözlerini dikip bana öylece bakmamıştı ama şimdi... bunu tarif etmek zor belki de imkansızdı.
''Geçmişinle yaşamayı bırakmalısın,'' Binlerce kez duyduğum ve bana fazlasıyla acı verici bu sözü artık umursayamıyordum. Daha öncesinde bunu Xujia'dan, ZeXi'Den, ölen annemden ve babamdan çok kez duymuştum. Ölenlere armağan edebilmek adına bile bunu yapamamıştım, içimden gelmemişti. Şimdi bunu nasıl değiştirebilirdim ki?
''Beni duyuyorsun değil mi, Zhan? Böyle yaşamaya devam edemezsin. Seni en son ne zaman gördüm, altı yedi sene oldu mu? Son gördüğümden bile daha berbat durumdasın.'' Bu sakin ve dingin suratlı kadının içinde yatan canavarı görüyordum. İçindeki o hırslı ve gözü kara canavarı hep görmüştüm ama bir gün buna bile isteye maruz kalmak isteyeceğimi düşünmemiştim.
''Benden bile zayıf görünüyorsun sanki bir ölü gibi solgun ve bitiksin. Tanrım, o bu kadar önemli mi? Seni hayatından kapı dışarı edecek kadar önemli mi gerçekten Zhan, şu haline bir bak!'' Avuçları masaya dayalı ellerinden destek alarak sinirle kalktığı masanın sarsılışını sürtündüğü kolumda hissettim ama hiçbir şey yapmadım ve annesinden azar işiten bir çocuk gibi kafam eğik öylece bekledim.
''Bu benim tanıdığım ve beni bugünlere bu kadar cesur gelmem için eğiten Xiao Zhan değil. O böyle aciz ve acınası değildi. Ona ne yaptığını bilmiyorum ama bulacağım. Onu bulacağım ve şu anki seni bir daha var olmamak adına boşluğa göndereceğim. Duydun mu beni, ha?''
Bağırışı kulaklarıma girip beynimde yankılandı fakat sonra hiçbir şey duymamışım gibi yok oldular. Önceden olsa utanacağımı ve mücadele edeceğimi biliyordum ama artık nefes almak için bile efor sarf etmem gerektiğini hissediyordum. Hiçbir şeyi doğrudan yapamıyordum, bocalıyordum. Ama önceki benden geriye sadece utancım kalmıştı ve tüm savaşçı ruhum en kanlı savaşta beklenmedik bir anda ölüvermişti.
Yalnız ve çıplak hissediyordum sanki siyah bir kutunun içine hapsedilmiş minyatür bir oyuncak bebek gibi. Çığlıklar atsam kutunun duvarlarına çarpıp bana geri dönecekti, kaçmak istesem kapısı yoktu. Uzun süre kendimi yukarı çekebilmek için çok uğraşmıştım. Denemediğim her şeyi yaparak kaçmaya çalışmıştım ama olmuyordu. Onun olmadığı yerde nefes alamıyordum, kendimi hissedemiyordum. Artık aşk değil de elde edememenin verdiği takıntı hissini anlıyordum ama şahsına şarkılar besteleyip sayfalarca şiirler yazınca takıntı değilmiş gibi hissettiriyordu.
Ama öyleydi, bu bir takıntıydı. Önüne geçebilirdim ama kalbimdeki ufacık kıpırtılar bile onun sayesindeydi. Yaşamak, var olmak istiyordum ama tek varoluşum oydu. Beni hayatta tutan oydu, onun hayalleri ve onun getirdiği acılarla birlikte diğer her şeydi. En sonunda da kendimden geçip onu yaşamaya başlamıştım. Bu iyi hissettiriyordu, varlığını düşlemek ve onu hayal etmek kendimi çölde su arayan bir bedevi gibi hissettiriyordu. Serap bile olsa o suyu buluyordum onunla.
''Buraya kendi isteğinle geldiğini söylüyorsun ama beni dinlemiyorsun bile. Önceden de seninle başa çıkamıyordum ama artık ben daha güçlüyüm. Ne olursa olsun hayatın için bu yenilgiyi tattıracağım sana.'' Söyledikleriyle hafifçe güldüm ve gözlerine baktım sevecenlikle.
Xuan Lu daima küçük hırçın bir kızdı. Bana göre fazlasıyla kısa olan bu kız önceden yanındayken kendimi dev gibi hissettirirdi. O zamanlar hem uzun hem de kalıplı bir çocuktum ve yanımda minicik kalırdı. ZeXi'nin ablası olan bu kız benim küçük annemdi. Küçükken ZeXi ve beni diğer çocuklara karşı korur ve gerekirse kavga ederdi. Yemeklerimizi, hastalığımızı, her şeyimizi kontrol ederdi. Annemi hatırlattığı için onunla uzun zamandır görüşmüyordum ama dün gece arayıp kliniğe gelmek istediğimi söylediğimde sevindiğini anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Memory|Yi Zhan
FanfictionKirli kanını kalbime ilk akıttığında on altı yaşında bir çocuktum. Vücudum o kanı benimseyip onunla büyüdü, onunla gelişti fakat sen beni büyüttüğünü sandığım bu zehri bedenimde her geçen gün daha da benimserken bile yanımda değildin, Yibo. Zehrini...