'Zhan-zhan!'
'Ben geliyorum Zhan-Zhan. Yanımda Yixuan da var.'
'Xiao Zhan, o çok güzel değil mi? Bir peri gibi.'
'Zhan-ge ve Yibo'nun üçüncü yılına kadeh kaldırıyorum. Sonunda abim de normal insanlar gibi aşık oldu!' Kahkahalar... Bir zihni kazınmış toprağın içine atıp üstüne toprak niyetine gelen mutlu sesler.
Genç adam kollarını kendine siper etmiş sanki tüm bu olanlar içinde değil de dış dünyada yaşanıyormuş gibi davranıyordu. İçindeki seslerden ve bedenindeki değişimlerden değil de dışarıdan korkuyordu. Koridorun iki duvarının arasına, göğsüne çektiği bacaklarına sarılmış bir şekilde pusmuş, ileri geri hafifçe sallanıyordu.
Kapalı olmalarına rağmen hafif hafif akıttığı gözyaşlarıyla ıslanmış yüzü odasının açık kapasının karşısındaki pencereden gelen ay ışığıyla aydınlanıyordu. İnce bedeni ve yüzünün hali her ressamın resmetmek isteyeceği bir tablo gibiydi, kederin somut halini betimlemek için güzel bir görüntüydü. Saf bir keder acıyla yoğurulmuşçasına adamın bedenini ele geçirmişti, onu parmağında döndürüyor ve oyunlar oynuyordu.
Hiçbir şey görmeyeceğini bildiği halde gözlerini açmaktan korkuyordu sanki gözlerini açarsa yaşananlar bir film gibi odağı haline gelecekti. Ağzından anlamsızca çıkan titrek hırıltıları bastıramıyor, köpürmüş tükürükleri tutamayıp kollarına ve boynuna akıtıyordu. Nefessizliğini hissetmiyordu bile bu dar alanda dolu, yağan günde kenara sinmiş bir yavru hayvan gibi kurtulmayı bekliyordu.
'Ne sandın beni değil de seni seçeceğini mi?'
'Aptal! Şu çirkin görüntünle seni sever mi? Çokbilmiş hallerin, abartılı romantikliğin onu iğrendiriyor. Sen onun için bu kadar uğraşırken o onun için hiçbir şey yapmayan beni seviyor!'
Çaresizce kulaklarını kesmek isteyen bedenin midesi bulanıyor. Gözleri kararıyor ama bir türlü istediği sona kavuşamıyor, bayılamıyordu. Nefesleri adrenalinin etkisiyle hızlı ve bunu durduramıyor bu yüzden sakinleşip uyuması mümkün değil. Ne yaparsa yapsın bir işe yaramayacağının bilinciyle bitmesini bekliyordu. Biter miydi onu bile bilmiyordu.
Terden sırılsıklam olmuş kıyafetleri ağırlığı kaldıramayıp üstündeki sıvıyı yumuşak bir sesle parkeye damlatıyordu. Duyduğu onca sesin arasında bunu hissedip duyabilmenin acısı bedenini karıncalandırıyor, ellerini elektrik verilmişçesine titretiyordu. Tiz sesler kulaklarını tırmalıyordu ama bitmiyordu. Aynı işkence yıllarca her gün bedenine ve zihnine ev sahipliği yapıyordu.
Sesi çıkmasın diye dişlediği dudaklarına kan oturmuş ve şişmişti. Acısı hafifti ama karıncalanmalar o kadar rahatsız ediciydi ki dudakları dişlerinden kurtulmak için kayıyorlardı. En sonunda istemese de dudaklarını serbest bıraktığında önce korktuğu şeyin olmayacağını düşündü. O nöbetin içinde asla mutlu olamayacağını bilmesine rağmen ufak bir umuda tutunsa da umutları da hayatı gibi paramparça oldu ve kırık umudunun sesi her yere dağıldı.
Önce dudakları büzüldü ve açıldı. Sonra titredi ve en yakın arkadaşı olarak benimsediği yerçekimine doğru çekilip kıvrıldı. En sonunda beklenen son geldi ve ses yankılandı. Kırık umudu ve hayatı melodisini duyunca ayaklanmış orkestraya katılmışlardı. Hıçkırığıyla netleşip artan görüntüler bedenini ağlama krizine soktu ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Berrak ve boş düşünceleri kararıp soldu ve tüm zihnini kapladı.
'Senden nefret ediyorum. Onca sene seni sevdiğimi mi sandın? Sadece elimin altında hazırdın daima. Kırmak için bile kullanmak istemedim seni, iğrenç!'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Memory|Yi Zhan
Fiksi PenggemarKirli kanını kalbime ilk akıttığında on altı yaşında bir çocuktum. Vücudum o kanı benimseyip onunla büyüdü, onunla gelişti fakat sen beni büyüttüğünü sandığım bu zehri bedenimde her geçen gün daha da benimserken bile yanımda değildin, Yibo. Zehrini...