Birbirlerine yapışmış göz kapaklarımı açmak için gözlerimi ellerimle ovuşturdum. Kapkaranlık odaya alışmak için birkaç dakika yatakta oturup beklerken gözlerimdeki şişliği ve acıyı düşündüm. Beynim yavaş yavaş çalışmaya başlayıp olanları hatırladığımda sıkıntıyla nefesimi bıraktım. Bu kadar duygusal ve aptalca davranmamalıydım. Sabahında boğazladığım çocuk için akşamında bayılana kadar ağlamamalıydım.
Başımdaki ağrı kütlesi artınca göğsümü yatağa yasladım ve yüzümü yastığa gömdüm. Tüm vücudum amansız bir titremeyle sarsılıyordu, ellerim ve ayaklarım buz kesmişti. Hatırımdaki görüntüler bir film sahnesinin yavaşlatılmış hali gibi gözlerimin önünden akıyordu. Elimi uzatsam durdurabilir miydim? Zamanda kırılma yaratıp bu utancı silebilir miydim?
'Zaman makinen olsa yapacağın tek şey sadece bugünü silmek mi olurdu? Gerçekten aptalsın, Xiao Zhan. Wang Yibo ile tanışmamış olduğun son güne dönüp kendini odana kilitlediğine emin olmanı tercih ederdim.'
Dudaklarımda yeşeren alaycı gülümsemeyle düşündüm. Wang Yibo hayatıma hiç girmemiş olsaydı nasıl bir hayatım olurdu? Hala ailemle mi olurdum? ZeXi ve Xujia ile sadece tanıdık mı kalırdım? Bu kadar acı çekeceğim başka bir şey olur muydu ya da hayatımı yok eden başka birisiyle tanışır mıydım?
Hepsi yanıtsızdı ama emin olduğum tek şey, yeknesak bir hayat sürüyor olacağımdı. Hiçbir günü farklı olmayan, robottan farksız birisi olacağımı, aşktan ve sevgiden bir haber yaşayacağımı biliyordum. Belki de daha kötü bir hayatım olurdu. Çevremde beni zirveye ulaştırmak için sürükleyen insanlar değil de dibe batırmak için iteleyenler olurdu. Belki de... yine o olurdu.
Hayatımın hiçbir anında onun varlığının olmadığı bir zamanı düşünemiyordum. Başka bir hayat yaşasam bile, geçmişte veya gelecekte asla birlikte olmayacağımızı biliyor olsam bile Yibo yine sokakta görüp günlerce düşüneceğim birisi olurdu. Hiç karşılaşmamışsak hayallerimde yarattığım kişinin formel hali olurdu.
Odanın dışından patırtılar duyduğumda yattığım yerden tekrar doğruldum ve ayağa kalktım. Kapıya yürüyordum ki gerek kalmadan açıldı ve Xujia içeri girdi. Başta beni görmediği için irkilse de kendine gelip bana adımladı. İnce kolları ve kısa vücudu bedenime yapışıp beni sıkıştırdığında ben de kollarımı ona sardım. Çenemi başına yaslayıp sırtını okşadım başparmağımla.
''Ben,'' Titreyen sesi yüzünden ağzını geri kapattı ve göğsümdeki kasılan çenesini hissetmeme izin verdi. Derin bir nefes aldı ama bırakamadan hıçkırmaya başladı. Sinirli olacağını ve çok kırılmış olduğunu tahmin ediyordum ama bu kadar yoğunlaşmasını beklemiyordum hislerinin. Artık alışmış olduğunu ve tepki göstermeyeceğini düşünmüştüm, ona bu kadar acı verdiğimi düşünmezdim.
''Nasıl korktuğumu biliyor musun? ZeXi'nin ne kadar çaresiz hissettiğini ya da eve geldiğinden beri odadan dışarıya bir adım atmadığını. Xiao Zhan yeterince acı çekmedik mi? Neden hala bu kadar duygu yüklüsün? Birkaç sene sonra ömrümüz yarılanacak, otuz yaşımızda da böyle mi olacaksın? Ya ellilerinde ne olacak, gerçekleşmemiş hayallerini ve senelerdir alışamadığın gerçeklerle o yaşları görebileceğine bile inanmıyorum.''
Sesi ara ara kesilse de yılmadan konuşmaya devam etti. Sırtımı yumrukladığı anlarda bile onu bölmedim. İçindeki kini ve öfkeyi atması için bekledim, dinledim. Zaten başka ne yapabilirdim ki? Onlar bana bu denli bağlıyken benim onları düşünmeden yaşamama ne gibi bir açıklamam olabilirdi? Yanımda olmak zorunda bile değillerken gün içinde evime kendi yaptıkları yemekleri gönderirlerdi, çalıştıkları halde. Senelerce toparlanmam için etrafımda pervane olmuşlardı, olanlara alışabileyim diye ellerinden geleni yapmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Memory|Yi Zhan
FanfictionKirli kanını kalbime ilk akıttığında on altı yaşında bir çocuktum. Vücudum o kanı benimseyip onunla büyüdü, onunla gelişti fakat sen beni büyüttüğünü sandığım bu zehri bedenimde her geçen gün daha da benimserken bile yanımda değildin, Yibo. Zehrini...