Hastane

67 6 0
                                    

Aysu'yu kucağıma aldığım gibi doğruca okulun kapısına koşmaya başladım. Aklımda da hala o çocuğun kim olduğu ve neden böyle bir harekete kalkışmış olduğu dolanıp duruyordu. Bir yandan da Aysu'nun bayılmış olması beni korkutuyordu. Okulun kapısından girdiğimde ve aklımda bu düşüncelerle boğuşurken Koray Hoca karşıma çıktı. Telaşlanıp "Kaan! Ne oldu?! Bu ne hal böyle?!" diye sorgulamaya başladı. "Hocam sizi Allah gönderdi. Ambulansı arar mısınız lütfen. Çok acil." dediğimde cebinden telefonu çıkararak bir yandan numarayı tuşlayıp bir yandan "Her şeyi ayrıntısına kadar anlatacaksın, biliyorsun." dedi.

Ambulansı aradıktan sonra gelmesini beklerken, sınıflarından inen Sonay, Çağrı ve Mert etrafımızdaki kalabalığı yararak yanımıza ulaştı. Gözlerinde korku ve şaşkınlık vardı. Durumu açıklamaya karar verdiğimde dışarıdan gelen ambulansın sesini duyduk. Yine kucağımda Aysu'yla, ambulansa doğru koşturmaya başladım. Ambulans görevlileri Aysu'yu teslim aldıklarında soran gözlerle bana bakıp "Nasıl bayıldı?" diye soruyorlardı. Kendimi suçlu hissediyordum. Tereddütle "Ufak bir tartışma yaşadık da..." dedim ve daha fazla açıklamaya gerek duymadım. Peşimizden gelen Koray Hoca, Sonay, Çağrı ve Mert; ambulansa binemeyeceklerini anladıklarında "Ne yapacağız?" dercesine birbirlerine bakıyorlardı. Kısa bir süre sonra Koray Hoca, onun arabasıyla hastaneye gelebileceklerini söyledi ve ben ambulansa Aysu'nun yanına bindikten sonra onlar da arabaya doğru yöneldiler.

Burnumun kanadığını söyleyen hemşireler, bir yandan Aysu ile ilgilenip bir yandan da bana tampon yapmaya çalışıyorlardı. Oysa ben telaştan burnumun kanadığını bile unutmuştum.

Hastaneye geldiğimizde Aysu'yu hemen acil servise aldılar, yanında gitmeme de izin vermediler. Endişe ve korku içim içimi yerken, boş bir sandalye bulup oturdum. Çok geçmeden Koray Hoca, Sonay, Çağrı ve Mert de gelmişti. Herkes telaş içerisindeydi. Koray Hoca, babaç tavırlarıyla yanımdaki sandalyeye oturup "Anlat bakalım, neler oldu Kaan?" demesiyle zorlukla içimde tuttuğum gözyaşlarıma engel olamadım. "Hepsi benim yüzümden hocam" diyerek ellerimi yüzüme kapatıp ağlamaya başladım. Koray Hoca sırtımı sıvazlıyordu. Nasıl olduğunu anlatmam gerek diye düşündüm. Gözyaşlarımdan yarı anlaşılır şekilde "Sabah bahçede biraz tartıştık. Ben sesimi yükseltince birden yere düştü. Neler olduğunu anlayamadım bile." Duraksadım. Yutkundum. Biraz sakinleşmiş sesime rağmen "Hocam ben Aysu'ya aşığım. Ne yapacağımı bilmiyorum." dediğimde delice ağlamaya başladım. Herkes bunu benden duyduğuna şaşırmıştı. Aysu, kızlara mutlaka anlatmıştır ama benden tekrar duymaları şaşırtıcı olmuştur. Benden bunları duymaya dayanamayan Sonay "Ya kıyamaaam" diye ağlayarak boynuma sarıldı. Ama yine de her şey benim yüzümdendi. Ben Aysu'ya öyle davranmasaydım bayılmayacaktı. Kim bilir onu nasıl etkiledi de bayıldı. Ya ben ona dokunmaya kıyamıyordum. Bir de şimdi yaptığım şeye bak.

Koray Hoca: "Çocuklar ağlamayın artık. Aysu'nun annesine ve babasına haber vermiştim. Birazdan burada olurlar. Sizi böyle görmek isteyeceklerini sanmıyorum. Hem niye kötü düşünüyorsunuz? Normal bir bayılmadır belki. Ağlamayın artık." dediğinde Aysu'nun anne ve babası kapıda göründüler. Benim aksime daha da sakin görünüyorlardı. "Ne oldu böyle?" diyerek yanımıza yaklaştılar. Koray Hoca "Kaan ile biraz tartışmışlar. Aysu sonra bayılmış. Nasıl oldu anlamadım diyor Kaan da." diye cevap verdi. Sonra bana döndüler. "Efendim çok pişmanım." diyebildim sadece mahcup bir hava takınarak. Hala sakinlerdi. "Kaancım tamam korkma" diye omzuma dokundu Aysu'nun babası. "Evet Kaancım. Aysu son zamanlarda halsiz hissettiğini söylüyordu. O yüzden bayılmıştır muhakkak. Sabah doğru düzgün kahvaltı da yapmadı zaten. Önemli bir şeyi olduğunu düşünmüyorum. Hem sen iyi misin? Burnuna noldu öyle?" diye tamamladı annesi. "Ha burnum..." diye elim burnuma gitti. Biraz duraksadıktan sonra "Önemli bir şey değil. Aysu için burdayız." dedim. O sırada Aysu ile ilgilenen doktor geldi. "Aysu hanımın yakınları sizler misiniz?" dedi. Annesi ve babası "Evet biz anne ve babasıyız" diye atıldı. Doktor "Aysu'nun tansiyonu düştüğü için bayılmış. Dinlenmesi için ayrı bir odaya aldık. Fakat hala baygın, serum veriyoruz." diye açıklama yaptı. Sonra da "Anne ve babasını odaya alabiliriz isterlerse. Ama önce önemli bir şey konuşmalıyız." diyerek üçü birden duvarın diğer tarafına geçtiler. Önemli bir şey ne olabilirdi ki? Duymalıydım. Ben de duvarın yan tarafında durup onları dinlemeye çalıştım. Pek bir şey duyulmuyordu fakat anladığım birkaç kelime "kalp ritimsizliği, heyecan, tansiyon, bayılma" tarzı şeylerdi. Nasıl yani? Aysu kalp hastası mıydı? Değildi herhalde. Olamazdı. Ve benim yüzümden bayılmıştı. Tam bir yıkıntı olmuştu benim için. O sırada annesini ve babasını odaya aldılar.

"Ben de girebilir miyim acaba?" diye düşünmeye başladıktan sonra yine suçluluk duygusu sarmıştı her yanımı. Utanmadan bir de yanına giremezdim. Bu yüzden Koray hocaların yanına gidip oturmuştum. "Hocam siz gidebilirsiniz. Yorulmayın." dediğimde "Duymamış olayım" dedi. Beklemeye devam ediyorduk. Dalmışım. Birden omzumda birinin elini hissettim. Başımı kaldırdığımda o yavşağın yüzünü gördüm. Çok fazla sinirlenmiştim. Koray Hoca ve arkadaşlar yanımızda diye pek bir şey yapamayacaktım. "Selam. Ben Buğra" diye uzattığı elini, elimin tersiyle iterek "Ne işin var senin burada?" diye dişlerimin arasından tısladım. "Gel bi konuşalım seninle" diyerek karşı duvarın önüne çekildi. Peşinden gittim "Ne arıyorsun burada sen? Bela mı istiyorsun? Elimden bir kaza çıkmadan git buradan." dedim. "Dur bi dostum. Sakin ol. Bu sabah tatsız bir olay yaşadık. Özür dilemeye geldim. Kusura bakma. Aslında doğruyu söylemek gerekirse" dedi ve yutkundu. "Abi ben ailemi 1999 Ağustos depreminde kaybettim. Sonra ise oradan oraya savruldum. Çocuk esirgeme kurumunda kaldım bir süre. Sonra bir aile evlat edindi fakat birkaç yıl sonra geri iade eder gibi esirgeme kurumuna geri bıraktılar falan. Anlayacağın üzere bir çocuk için gayet zor şeyler yaşadım. O zamanlardan kalan bazı huyların etkisinde kalıyorum hala. Sabah ise bir kıza zarar verdiğini düşündüm ve malesef tutamadım kendimi. Tekrar özür dilerim dostum." diyerek omzuma dokundu. Dışarıdan tam bir serseriye benziyordu. Ne bileyim, açıkçası dedikleri pek inandırıcı gelmemişti ama bu konuda yalan söyleyebilecek kadar karaktersiz biriyse bilemeyecektim. Yine de bu telaşta bir sorun daha çıkarmak doğru olmaz diye düşündüm ve "Tamam önemli degil. Ama bir daha olursa benim başka bir yüzümü görürsün." dedim. "Tamam anlaştık dostum. Görüşürüz." deyip hastaneden çıktı. Garip bir tipti.   

Tam o sırada karşıdan Aysu'nun annesi ve babasının geldiğini gördüm. Yüzlerindeki ifadeye anlam vermek zordu. Yanıma yaklaştılar. Babası susuyordu. Endişelendim. Annesi "Kaan, Aysu senin adını sayıkladı. Yanına gitmen doğru olur diye düşündük. Gitmek ister misin?" dedi. "Tabiki efendim. Tabiki isterim." diye heyecanla cevapladım. Demek beni sayıklamıştı. Allahım, nasıl mutlu olmuştum. Fakat her şeyin sorumlusu ben olduğum aklıma gelince yine üzülmüştüm. Annesi "3. katta 2454. oda" dediğinde merdivenlerden hızla çıkmaya başladım. Neden bilmiyorum ama sanki Aysu'yu aylardır görmemişim gibi heyecanlıydım. Kapının önüne gelince kocaman bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Aysu'yu öyle sedyede yatarken ve kolunda serumla gördüğümde yine üzüldüm. Gözümden düşen yaşa engel olamadım. Ya ben onun kılına zarar gelsin istemezken, kendim bizzat ne hallere düşürmüştüm. O kadar masum uyuyordu ki parmak uçlarımda yanına yaklaştım. Sandalye çekip oturdum. Bir süre yüzünü, ellerini, saçlarını izledim. Sonra o küçük, dünyalar güzeli dudaklarından, benim gibi bir pisliğin adı döküldü: Kaan. Usulca elini tutup "Burdayım prenses" dedim. Baygındı. Hala baygın. İncecik koluna bir serum taşımışlardı ve hala uykudaydı. Narin elinden öptüm ve kokladım. Elini yatağın üzerine koyup başımı hafifçe elinin üzerine  yerleştirdim. Hayatta daha huzurlu bir an yaşadım mı, bilmiyorum. Belki beş dakika, belki daha fazla o şekilde kaldıktan sonra ince parmaklarının yavaşça hareket ettiğini hissettim. Hemen ardından ise yorgun sesinden bir "Kaan" kelimesi daha döküldü. Yüzüne baktığımda o yeşil gözlerini aralamıştı. Şaşkın şaşkın bakıyordu. "Burdayım aşkım." diyerek elinin üstünü bir kez daha öptüm. Yüzü ifadesizleşmişti. Dediğime takılmıştı muhakkak, biliyorum. Sonra "Nerdeyiz böyle?" diye klasik bir soru sordu. "Sen yorma kendini. Hastanedeyiz şu an. Sabah seninle biraz atışığımızda birden bayıldın. Sonra da buraya geldik işte. Durumun hakkında ise bana pek bir bilgi vermediler. Tansiyonun düşmüş, tek bildiğim bu." diye sorabileceği tüm soruları şimdiden yanıtladım. Yüzünde bir tebessüm oluştu. Ama çok yorgun görünüyordu. Yaklaşıp, gözüne düşen saçını düzelttim. Eğilip kulağına "Seni seviyorum prenses" dedikten sonra gözü ve alnının bittiği noktaya bir öpücük kondurdum. 

YOKSUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin