Bir yaz tatilini daha geride bırakmıştık. Sabah sabah çalan telefonum sayesinde bu acı gerçekle daha da hızlı yüzleşmiştim. Her okul günü olduğu gibi bu sabah da Sonay arıyordu. Yarı uyanık şekilde telefonu açtığımda Sonay’ın dinamik ve fazlasıyla uyanmış sesiyle karşı karşıya geldim.
“Günaydın piremses. Ama piremsesler bu kadar uykucu olmaz. Şimdi o kıymetli poponu kaldırmazsan bu sıfatını kaybedeceksin.”
“Sana da günaydın Sonay.” diyerek gülmeye başladım. “Hadi hadi çok gülme. Çağrı yanımda, birlikte mis gibi sabah sporu yaptık.” Çağrı’nın “Yaa ne demezsin canım.” seslerinden yine Sonay’ın zoruyla spora çıktığı çok belliydi. Sonay, Çağrı’ya aldırmadan konuşmaya devam etti. “Biz şimdi eve gidip duş alacağız. Sen de bir an önce hazırlanıp okulun kapısına gelirsen sevineceğiz”
“Emredersiniz komutanım.” deyip zorla gözlerimi açmaya çalıştım. Yatağımdan kalkıp okula gitmek o kadar zor geliyordu ki. Hele de böyle yorucu bir seneye başlayacak olmak da aklıma gelince iyice yatağıma gömülüp aylarca oradan çıkmak istemiyordum. Ama saatime bakınca biraz daha yatağımda kalmaya devam edersem okula yetişmemin imkânsızlaşacağını gördüm. Hiç istemeyerek yatağımdan kalktım. Lavaboya gitmek için kapıyı açtığımda babamla burun buruna geldik. “Günaydın canım. Ben de tam seni uyandırmaya geliyordum.” dedi. “Günaydın babacım. Sonay bugün de uyandırma görevini başarıyla tamamladı.” diye gülümseyerek onu yanıtladım.
Lavaboda işim bitince odama geri dönüp annemin akşamdan ütüleyip hazırladığı formalarımı üzerime geçirip kol çantama parfümüm ve telefonumu attıktan sonra aşağı indim. Annem ve babamın yine özenle hazırladığı kahvaltı masası son derece güzel görünüyordu. Masada olan annem ve babama “Tekrardan günaydınlar efendim.” diyerek ikisinin de yanaklarına öpücük kondurdum.
“Annecim ben çıkıyorum.” dediğimde tabii ki annemin cevabı “Kızım kahvaltını yap öyle git.” olmuştu. Geç kaldığımı ve kahvaltı yaparsam hiç yetişemeyeceğimi, okulda bir şeyler atıştırabileceğimi söyleyip evden çıktım.
Evimiz müstakil dubleks bir evdi. Kendimi bildim bileli bu evde yaşıyordum ve hemen yan evde oturan komşularımız Müjgan teyze ve Mehmet amcanın oğulları Kaan’la, kendimi bildim bileli arkadaştık. İlkokulda aynı sınıftaydık fakat aynı liseyi kazanmamıza rağmen bu sefer sınıflarımız farklıydı. Ama ders dışında veya okul dışında zaten sık sık görüşüyorduk.
Tam ben evden çıkarken Kaan’ın da ayakkabılarını giymeye çalıştığını gördüm. “Günaydın Kaan” diye seslendikten sonra “Bir dakika” diye işaret parmağıyla gösterirken bir yandan da gülümsüyordu. Sonunda ayakkabılarını giyip koşarak yanıma geldiğinde “Ne o, koca bebek oldun hala ayakkabılarını giymekte zorlanıyor musun?” diye ona takıldım. Yine beni sinir etmek için, diğer kızların delirdiği seksi bakışını bana da atarak “Küçükken bir karınca görünce korkudan ağlayan ben değildim hanımefendi.” dedi. “Ya yapma şunu. Okulun basket takımının kaptanı olduğun için kızlar seninle ilgileniyor diye bi havalandın sen.” diyerek omzuna hafif yumruk attım. “Aa olur mu hiç. Küçükken söz verdim ya, ben seninle evleneceğim. Seni hiç aldatır mıyım güzelim” diyerek kolunu omzuma attı. Dalga geçtiği yüz ifadesinden o kadar belliydi ki. “Gıcık yaa” diyerek kolunu omzumdan indirdiğimde kahkahalarla gülmeye başladık. Tamam, hakkını vermeliyim ki Allah Kaan’a bi çekicilik bi yakışıklılık vermiş ki okul basketbol takımının kaptanı olmanın da verdiği havayla okulda birçok kızı kendine hasta etmişti. Deli çocuk.
“Biraz daha oyalanırsak kızlar kafamı kıracak.” diye onu uyarıp okula doğru adımlarımızı hızlandırmamızı sağlamıştım.
Okulun kapısına geldiğimizde kızlar tabii ki beni bekliyorlardı. Ve artıdan yanlarında Kaan’ın can ciğer arkadaşı Mert de vardı. Genellikle olduğu gibi yine komiklikleriyle (böyle kötü bir günde bile) güldürüyordu. Zaten bizi gördüğünde de hemen konuşmaya başlamıştı. “Evet, gençler kadro da tamamlandığına göre sizde iş olmadığı için açılış konuşmasını ben yapacağım.” diyerek gülmeye başladı. Gözlerini üzerimizde gezdirdikten sonra ciddileşerek konuşmaya devam etti, sanki anlatacağı şeyler ciddiydi de… “Şu kadrodan hiçbirimiz henüz senenin ilk adımını okula atmadık. Ve bu adımımızı atmadan önce bir uyarı ve anlaşma konuşması yapacağım. Öncelikle herkesin bildiği üzere bu okulda son yılımız. Ve tabii önümüzde de hazırlanmamız gereken bir üniversite sınavı var. Fakat bu maratonda sadece kitap parçalamayacağız. Son senemiz olduğunu da unutmayarak doyasıya eğleneceğiz. Biliyorsunuz, fazla ders çalışmak benim doğama aykırı ve sizden bu söylediklerimin sözünü almazsam bir tanenizi bile kapıdan içeri sokmam.” demesiyle “Hey lanet olası pislik. Senin derdin ne dostum?” diyerek Kaan’ın, Mert’in üstüne atlaması bir oldu.
Yeminle bunlar hiç büyümeyecek. Onları öyle boğuşarak bırakıp kızlarla okulun bahçesine doğru ilerledik. Gerçekten bu okulda son yılımızdı ve oldukça hareketli geçeceğine emindim. Ama her şeye rağmen iyi geçmesini dileyerek yürümeye devam ettim. Öğrenciler sırada toplanmaya başlamışlardı. Evet, bir de o klasik müdürün yeni eğitim-öğretim yılı konuşması vardı… Biz de topluluğa uyarak sıraya geçtik. Herkes toplanınca yılın ilk İstiklal Marşı’nı da okuduk. Ardından müdürün konuşması vardı. Yıllardır bu konuşmayı dinlediğim için hiç ilgimi çekmiyordu. Konuşmanın sonunda müdürümüz kürsüye yeni gelen öğrenciyi davet ederek bize takdim etmeye başladı. Kızın eteğinin boyuna bakmaktan sadece adının Eda olduğunu duyabilmiştim. Eteği ciddi anlamda aşırı kısaydı. Hem zaten şımarık bir tipe de benziyordu. Erkeklerden homurtular yükselmeye başlamıştı bile. Allah aşkına bu kızın neyini beğenmişlerdi ki? Eteğinin boyunu mu? Tamam, benim eteğim de kısaydı fakat onunki çok daha başkaydı. Ki zaten bütün iticiliği ve yapmacıklığıyla kendini tanıtmaya başladığında tüm kızlar da ona karşı cephe almış gibi görünüyordu. Silikonlu gibi olan dudaklarını hareket ettirdikçe erkeklerden gelen uğultular da artıyordu. O anda hemen yanımda olan Çağrı’dan da “Arkadaşlar, daha eteğinin boyuna doğru karar verebilecek beyine bile sahip olmayan bir kızı böyle şımartmaya gerek yok. Kapatın çenenizi.” diye ses yükselince herkes susmuş ve birbirine bakıyordu. Müdür onu “Çağrı, kızım o nasıl laf öyle? Hiç yakıştıramadım, bir daha kesinlikle duymak istemiyorum.” diye uyarınca Çağrı daha da sinir oldu. Genelde böyledir zaten Çağrı. Düşündüğünü söylemekten hiçbir zaman çekinmez. Zaten tanımadığı insanlara karşı fazla ön yargılı ve peşin hükümlü davrandığı için de okulun geneli onu sinirli ve agresif biri olarak tanır.
Elimi beline dolayarak Çağrı’nın kulağına eğilip “Sakin ol” diye fısıldadım. Biraz değişik başlayan bir okul yılına da merhaba dedik.
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
Hepinize merhaba. Bir hikaye ile karşınızdayım. Düşüncelerinizi bana yazabilirsiniz, eleştirilere açığım. Vote ve yorumlarınızı da eksik etmezseniz çok mutlu olurum. Multimedia, Aysu ve Kaan. Hikayeme zaman ayırdığınız için teşekkürler :)