" 17 Ağustos 1999. Deprem enkazı altından, burnu bile kanamadan çıkarılan mucize bebek."
O gün tüm gazete manşetlerinde bu başlık varmış.Evet, o bebek benim. Henüz iki yaşındayken olan depremde tüm ailemi kaybettim. Duruma şahit olmuşum gibi konuştum ama hayır. İki yaşındaki bir bebeğin en fazla neyden haberi olabilir ki? Bildiklerim, bana anlatılanlarla sınırlı sadece. Mesela ailemi hiç tanımadım ben. Annem, babam ve 6 yaşında olan abim depremde ölmüş. Daha doğrusu bana öyle anlattılar. Yüzlerini bile hatırlamıyorum. Ancak akrabalarda olan birkaç küçük fotoğraf... Seslerini hele hiç bilmiyorum. Ne bir anne şefkati aklımda ne de bir baba güveni.. Bu yüzden eksik büyüdüm ben.
Depremden sonra yetiştirme yurduna vermişler beni. Bu büyük felaketten sonra akrabalarım (!) bile sahip çıkmamış bana.
7 yaşıma kadar o yurtta kaldım. Allaha güç yok ne yalan söyleyeyim, o yurdun bendeki emeği büyük. Yurdun çalışanları her çocukla kendi çocuğuymuş gibi ilgilenirlerdi. Çeşitli kurslarımız bile vardı. Çocukların gidecekleri kursu her ne kadar çalışanlar seçse bile ben kursumdan memnundum: gitar kursu.
Sonra 7 yaşımda bir aile evlat edindi beni. Artık birçok şeyin farkına varabilecek yaşa gelmiştim. Beni evlat edinen ailenin çocuğu olmuyordu. Maddi yönden biraz sıkıntıda idiler. Evleri bakımsız ve kirliydi. Öyle ki biyolojik olmayan anne ve babamın konuşmalarından kıt kanaat geçindiğimizi farkedebiliyordum. İlerleyen zamanlarda bu konuşmaların yerini kavgalar almaya başlamıştı. Birkaç sene süren bu kavgalar sonucunda 13 yaşında beni yine yetiştirme yurduna geri götürmüşlerdi. Kazanılan paranın ikisine zor yettiği, bana bakmaya güçleri olmadığı bahanesini de ileri sürmüşlerdi. Beni ilk evlatlık edinilen seneyle yurda geri bıraktıkları sene arasında maddi yönden bir farkları yoktu. Yani kötü durumdayken de beni evlatlık edinmişlerdi. Madem durumları kötüydü neden beni evladı yerine koymuşlardı? İlk kez anne şefkati duyacağımın sevincini nasıl da yaşamıştım oysa. İlerleyen zamanlarda kavga sırasında beni ittirip kakmalarına rağmen yine "Annee" diye onun bacağına sarılmıştım. Zaten hayata 1-0 yenik başlamışken bir de böyle bir durumla karşılaşmıştım.
Fakat yurtta uzun süre durmaya kısmet olmadı. 2 ay sonra bir aile daha geldi ve beni evlat edinmek istediler. Bu konuya artık o kadar da sıcak bakmıyordum. Eskiden bir aile gelse de bizi sahiplense diye camlarda beklerken şimdi ise tekrar aynı hayal kırıklığını yaşamak istemiyordum. 13 yaşındaydım fakat ruhum 30 yaşında gibiydi. Ağladığım tüm gecelerde yalvardığım Allah'ıma bir kez daha dua ettim. Daha fazla üzülmek istemiyordum. Ama yine de umutsuzdum.
Yine aynı hikayeydi. İsimleri Canan ve Behçet olan bir çift, çocuk sahibi olamadıkları için evlat edinmek istemişler ve beni seçmişlerdi. Beni bundan önce evlat edinen aileye karşın bu ailenin maddi durumu oldukça yerindeydi. Emirgan'da dublex bir villaya sahiptiler. Biyolojik olmayan anne ve babamın kıyafetleri her zaman çok özenliydi. Hatta evlerinde hizmetçi kadın bile vardı. Bana o kadar garip geliyordu ki alışmam biraz zaman almıştı. Yeni anne ve babamı tanıdıkça onları daha da çok seviyordum. Artık içimde onlara karşı bir önyargım kalmamış, hiç tereddüt etmeden "anne" ve "baba" diyebiliyordum.
Sosyal hayatım çok iyi geçiyordu. Beni çok iyi bir okula göndermişlerdi. Orada birkaç sene lise sınavına hazırlanırken bir yandan da çeşitli derslerden özel kurslar ve bunun yanında gitar ve ses kursları da alıyordum. Arada birkaç vukuat işlesem de anne ve babam beni çok seviyorlardı. Tamam, itiraf ediyorum birkaç vukuat denecek kadar az değildi ama yine de bu hırçınlığımı hoşgörerek beni seviyorlardı. Önemli olan da buydu zaten.
Fakat içimde hep bir yalnızlık duygusu, hep bir melankolik hava vardı. Arkadaşım yoktu mesela. Kimseye güvenemiyordum. Rahatça sırtımı yaslayamıyordum. Zaten sınıfta birçoğuyla kavga ettiğim için de benden uzak duruyorlardı. Halimden de şikayetçi değildim. Evden okula, okuldan eve ve evde özel derslere diye devam ediyordum.
Liseyi kazandığımda da ailem yine üstüne düşen görevi yapıp beni çok iyi bir okula kaydettirmişlerdi. Ama lisede de bu hırçın fakat sessiz havam devam ediyordu. Kimseyle muhattap olmak istemiyordum. Hatta sırf göz önünde bulunmak istemediğim için muhteşem gitar çalıp şarkı söyleyebilmeme rağmen okulun müzik grubuna bile katılmamıştım. Benimle arkadaş olmaya çalışan birçoğunu sert ve keskin bir dille reddetmiştim. Kızların da bana ilgisi büyüktü fakat bu halimi görünce pek de yakınlaşmak istemiyorladı. Onların sarı saça ve mavi göze olan zaafını da anlayabilmiş değildim. Çünkü geneli yakınlaşabilmek için bu konuyu kullanıyordu. Oysa benim amacım adeta görünmez olmaktı. Okulun bahçesinde bir bank vardı; orayı kendime mesken bellemiştim. Ve benim için sadece Teoman vardı. O bankta kulaklıklarımı takıp sürekli Teoman dinlerdim.
Kendime burayı mekan bellediğim ilk zamanlarda yine bir öğlen teneffüsünde, bu günün benim hayatımda önemli bir gün olduğundan habersiz bir şekilde o bankta oturuyordum. Her zamanki gibi yine etrafı gözlemliyor ve Teoman dinliyordum. Neredeyse herkes çok mutlu ve hayatından memnun görünüyordu. Ben ise kendimi hep eksik hissediyordum. Bu, biyolojik olmayan anne ve babamı sevmediğim anlamına gelmiyordu tabiki. Tam aksine, o konuda şanslıydım. Bana harika bir yaşam sunmaya hazırlardı ve beni çok seviyorlardı. Ama olur ya, insan bir türlü tam hissetmez kendini, hep bi eksiklik vardır. Bu kimilerinde zaman zaman oluşur fakat benim sürekli yaşadığım olaydı. Aslında bu durumdan pek de memnun değildim. Diğerleri gibi olmayı istemiyor da değildim. Ama bunun için herhangi bir adım atasım da gelmiyordu. Çünkü o şekilde birçok insanla muhattap olmak zorunda kalacaktım ve benim istediğim tabiki de bu değildi. Bazen de soruyordum kendime, ben ne istiyorum diye. Ona da cevap veremiyordum. Birçok konuda bu şekilde kendi içimde çelişiyordum.
Başımı çevirdiğimde okulun kapısından gülerek çıkan kıza çarptı gözüm. Nefes alışlarımın değiştiğini farkettim. Ben hayatımda bu kadar güzel gülen biri görmemiştim. Sadece gülüşü değil, aynı zamanda yüzü, gözleri, burnuyla bile melekler gibiydi. Ona bakarak daldığımı ve tebessüm ettiğimi fark edince aniden kendimi toparlamaya çalıştım. Neler oluyor diye düşününce, genellikle kitaplarda ve filmlerde esas oğlanın esas kıza böyle aşık olduğunu hatırladım. Ama ben kendime aşkı hiçbir zaman yakıştırmamıştım. Bi kere doğru düzgün sevgiyi bile bilmiyordum ki ben. Alt tarafı sıradan bir beğenidir diye düşünmek istedim fakat daha önce ben böyle hissetmemiştim. Okul başlayalı çok olmamasına rağmen yanıma gelen onca kızın hiçbirine karşı bunları değil hissetmek, düşünmemiştim bile. Bendeki sevgi kendime bile yetmiyordu zaten, bir kişiyle daha paylaşacağım sevgiye sahip olup olmadığımdan emin değildim.
Birkaç gün bu şekilde düşünmeye çalıştım fakat kendime engel olamıyordum. Mesela dersin herhangi bir yerinde aniden onu düşünürken buluyordum kendimi ya da bahçedeki bankta otururken gözlerimin onu aramasına da engel olamıyordum. İlerleyen günlerde ise okul çıkışı kızı resmen takip ettim ve evlerinin bizim eve çok yakın olduğunu gördüm. O da Emirgan'da oturuyordu. Onu gördüğümden beri yüzümden tebessüm eksik olmuyordu. Fakat yanında sürekli iki kız ve iki erkek daha vardı. Her zaman beraberlerdi ve bu benim canımı sıkıyordu. Hele aralarındaki bir çocuk vardı ki onunla çok aşırı derecede samimi idiler. Ne zaman onları birlikte görsem hep hayal kırıklığı yaşamıştım ve sinirlenmiştim.
Lisenin ilk yılından beri bu şekilde yaşamaya devam ediyordum. Ama kendimi asla belli etmemiştim. Evet, ona aşık olduğumu kabullenmiştim fakat ne olursa olsun ona duygularımı açmak istemedim. Hem nasıl açacağımı bile bilmiyordum ki. Tek bildiğim, isminin Kaan olduğunu öğrendiğim o çocuğun sürekli yanında olmasına aşırı sinir olduğumdu.
Fakat bugün ikisini daha farklı şekilde görmüştüm. Sabah yine aynı bankta oturuyordum ve ikisi adeta kavga edercesine bağırışıyorlardı. Ve lanet olsun ki Kaan ibnesinin ağzından çıkan iğrenç şeylere şahit olmuştum. O'na çok yüksek bir sesle aşık olduğunu söylemişti. Hem de senelerdir. Bunu duyduktan sonra yine sinirlerim tavan yapmıştı. Ama onlar hala devam ediyordu. Çok uzun sürmedi ve Aysu'nun düşüp bayıldığını gördüm. Birçok insan şaşkın şaşkın onlara bakıyordu. Ben ise o pisliğe, Aysu'ya bunu yaptığı için berbat bir şekilde sinir olmustum. Sinirlerime hakim olamayıp Kaan'a doğru koştum ve suratına bir yumruk attım. Neler olduğunu anlamaya çalışarak bakmaya başladı. Burnu kanıyordu. "Noluyo lan ! Dua et şu an sana ayıracak vaktim yok ama sonra bulacağım seni" deyip bana bir kafa attı. Yerde kalmıştım, kaşım kanıyordu ve o da Aysu'yu kucağına alıp doğruca içeri koşturdu.
######################################
Arkadaşlar, bölüm biraz gecikti farkındayım ama benim de son iki haftadır full sınavlarım vardı. Wattpad'e pek giremedim kusura bakmayın. Keyifli okumalar.
Multimedia: Buğra ve çok sevdiğim bir şarkıyı sizlerle paylaşıyorum. Pera-Affet.