2

407 51 33
                                    

Olayın üzerinden tam altı gün geçmişti ama o gece tanıştığı genç adam bir türlü aklından çıkmak bilmiyordu. Altı gündür uykuya dalarken de gözlerini açtığında da ilk düşüncesi oydu, zaman zaman uykuları bile kaçıyordu, hissettiklerinden korkmaya başlasa da tek istediği onu bir kez daha görebilmekti.

O gece sabaha karşı titreyen dizleriyle zar zor taksiye bindikten sonra genç adamı evine götürmüştü, ev arkadaşının o gece gelmemesi bir şanstı fakat bir yandan da tanımadığı bu yabancıyla yalnız olmak suçlu hissetmesine neden olmuştu. Onu haberi olmadan bilmediği bir yerlere götürmekte yanlış hissettiren bir şeyler vardı. Ancak hepsinden daha çok kafasını karıştıran şey genç adamı odada tek bırakıp lavaboya gidip geri döndüğünde bulduğu boşluktu. Öylesine şaşkına dönmüştü ki bir süreliğine hareket dahi edemeden yalnızca birkaç dakika önce adamın uzandığı yatağa bakıp kıpırdamadan durmuştu.

Önce aklından şüphe duydu, tüm gece bir hayal ürününden ibaret olabilir miydi? Yoksa saçma sapan bir rüya mı görüyordu? Zaten karşılaştığı genç adam gerçek olamayacak insanüstü bir güzelliğe sahipti ve bu açıdan düşünmek iyice aklını yitirecekmiş gibi hissetmesine neden oluyordu.

Nihayet kendine gelebildiğinde koşarak merdivenlerden inip ıssız ve karanlık sokakta onu arasa da izini bulamamıştı ama zaten fazlasıyla evin içinde oyalandığından gitmiş olması pek şaşırtıcı olmazdı. Gecenin geri kalanında çarpan kalbini ve birbirine karışan düşüncelerini dizginlemeye çalışarak koltuğun ucunda huzursuzca oturduktan sonra ev arkadaşının anahtar sesiyle kendine gelmişti.

Ev arkadaşı aynı zamanda gruplarının solisti olan Liang'dı, Yibo'yu uykusuzluktan morarmış gözlerle görüp bardan birlikte ayrıldığı sarhoş adamlarla ilgili sorular sormuştu. Adamın varlığını başka birinin ağzından duymak deli olmadığını tescilleyip önce kendini iyi hissettirse de sonra huzursuzluk geri gelmişti.

Öyleyse adam öylece nereye kaybolmuştu?

Kendini yorgun ve hasta hissederek iç çekerken sanki tüm ağırlığını ona vermek istiyormuş gibi yanındaki pencereye yasladı. Yaz mevsiminin son günleriydi ve dışarıda sağanak başlamıştı, aralık pencereden sızan ılık rüzgar ve toprak kokusu midesinin kasılmasına neden oldu. Hayır, delirmiş olamazdı, değil mi? Yağmurdan sonra gelen toprak kokusu ve yağmur damlaları bile onu anımsattığı için aklını kaybetmiş olamazdı.

Sakinleşmeyi umarak gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ancak ciğerlerine iyice dolan yağmur ve toprak kokusu yalnızca kalbinin daha da sıkışmasına neden oldu. Bakışlarını camdan süzülen yağmur damlalarından çekip boş kahve bardağı ve kitapların durduğu masaya yöneltti, hesabı masanın üzerine bıraktıktan sonra kitapları kolunun altına sıkıştırdı ve yağmurun altında uzun bir yürüyüş yapmayı planlayarak kafeden ayrıldı.

Aklı bir karış havada olduğu için son bir haftadır etrafında ne olup bittiğine dikkat etmiyordu, sanki onunla tanıştıktan sonra zaman ve mekana dair her şeyle bağını yitirmişti. İnsanlar, yaşam ve geriye kalan her şey etrafında dönen karmaşık ve hızlı imgelerden ibaretti. Ta ki birkaç metre ötede kafasını önüne eğmiş, şemsiyeyi beceriksizce kavramış hızlı adımlarla yürüyen genç adamı görene dek.

Bir anda ayakları yerden kesiliyor gibi hissetse ve hayal görmediğinden emin olamasa da ürkek ama aceleci adımlarla peşine takıldı. Yağmur damlaları kot ceketinin yakasından içine süzülürken titriyordu fakat bunun ıslaklıkla veya rüzgarla bir alakası olduğunu sanmıyordu.

Önünde hızlı ve kısa adımlarla yürüyen adamın hayal gücünün ona bir oyunu olduğundan çekinse de elinden bir şey gelmiyordu, bir haftadır tek düşünebildiği onu bir kez daha görmekti ve şimdi kader -veya adına her ne deniyorsa- onları bir araya getirmişken olduğu yerde duramazdı. Bakışları hedefine odaklanan bir avcı gibi adamın zarif sırtına kilitlenmişti, aralarındaki mesafeyi yok etmek için duyduğu şiddetli arzuyla koşmak istese de onu ürkütme korkusuyla kendini dizginlemeyi başardı.

the lakes // yizhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin