16

267 43 17
                                    

"Bilerek mi sürekli yanlış notaya basıyorsun?"

Liang prova esnasında şarkıyı yarıda kesip Chen'e ters ters baktı, son yarım saattir Yibo durmadan ritmi kaçırıyordu ve şimdi de Chen yanlış notaya basmaya başlamıştı. Öğle saatleri olmasına rağmen sabahtan beri hava kapalıydı ve sahneyi aydınlatan cılız ışık durmadan titriyordu.

"İki saattir çaldığımız için kusmama ramak kaldı, gitarı fırlatmadığım için kendini şanslı say." Chen gitarın askını boynundan çıkarıp derin bir nefes aldı, her yeri tutulmuş gibi hissediyordu. Saatlerdir aynı noktada durmasına rağmen herhangi bir tepki vermeyen Yibo'ya baktı, son beş gündür her zaman olduğundan daha tuhaf davranmaya başlamıştı. Yüzünün rengi bile daha soluktu ve söylenenleri pek anlıyormuş gibi görünmüyordu.

"Yibo?" Jin oturduğu yerden kalkıp kaslarını esnetirken çocuktan herhangi bir tepki almaya çalıştı ancak ayakta durması dışında hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordu. "Yibo? Hey, sana diyorum? Wang Yibo?"

Çocuk irkilerek kendine gelirken afallamış görünüyordu, uzay boşluğundan alınıp odanın ortasına koyulmuş gibi şaşkın bir tavırla etrafını süzdü. "Prova yapmıyor muyuz?"

Liang mikrofonun kesini kapatırken güldü. "Sanki sizinle çok prova yapılıyor da... Hepinizin aklı beş karış havada."

Jin elindeki bagetlerden birini ona fırlattı. "En azından beş karış havada olacak bir aklımız var, senden empati yapmanı beklemiyorum tabii."

Liang karnına çarpan bageti yakalayıp geri fırlatırken göz devirdi. "Keşke sevgili grup üyelerim benden nefret ederken harcadığı çabayı müzik yaparken de harcasa."

Chen Jin'in yanına gidip kolunu omzuna koydu, "Biz niye seni gruptan atmıyoruz ki?" İkisi de oldukça eğleniyor gibiydi, grup provalarında en sevdikleri şeylerden biri toplanıp Liang'a saldırmaktı. Eski çaldıkları barda bir keresinde fazla abartıp şarapların dizildiği rafı devirmiş ve iki ay boyunca para almadan çalmak zorunda kalmışlardı.

Normal zamanlarda Yibo tartışmayı alevlendirmekten en çok keyif alan ve ortalığı karıştıran kişiydi ama şu an hiçbir şey ilgisini çekmiyordu, gitarı kenara bıraktıktan sonra hava almak istediğini söyleyerek kapıya yöneldi. Sabahtan beri gökyüzünde asılan gri bulutlar nihayet kendilerini bırakmış, kaldırımları koyu beneklerle süslemişlerdi.

Kendini desteklemek ister gibi duvara yaslanıp gözlerini kapattı, seyrek yağmur damlaları kirpiklerine yapışırken ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Beş gündür doğru düzgün uyumamıştı çünkü düşünmekle ve aramakla meşguldü, genç adamı o geceden sonra bir daha hiç görmemişti. İlk başta şaşırmamıştı çünkü zaten sürekli karşılaşmıyorlardı, fakat iki günü geçtiğinde dayanamayıp evine gitmiş ve kimseyi bulamamıştı. Gece yarısına kadar oturup beklemesine rağmen ortalıkta kimse yoktu, bara uğrayan da olmamıştı, sanki genç adam kendi kafasında yarattığı bir hayalmiş gibi ortadan kaybolmuştu.

Her saniye endişeden midesine kramplar giriyordu, evinin etrafındaki araziyi sağanak yağmurun bastırdığı bir akşamüzeri aramış, kimseyi bulamadan çamur içinde geri dönmüştü. Gölün kenarına defalarca gitmiş, taksiciye aynı adresi tarif etmekten yorulmuştu fakat faydası yoktu.

Aklına gelen her ihtimal birbirinden daha kötüydü, beynini kemiren felaket senaryolarıyla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Adını bile bilmediği bu yabancıyı nasıl arayacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu, kimseye anlatamıyor olmak da göğsüne çöken ağırlığı iyice dayanılmaz yapıyordu. Oysaki anlatmak istiyordu, bağırarak her şeyi söylemek, haykırmak ve hıçkırıklarla ağlamak istiyordu ancak duygularını yitirmiş gibiydi. Günlerdir doğru düzgün yemek yemiyor ve uyumuyor olmak onu iyice robota çevirmişti, ifadesiz bir yüzle aklına gelen her yerde dönüp dolaşıp onu arıyordu, onu gördüğü kitapçıdan birlikte yemek yedikleri kafeye kadar her yere bakmıştı.

the lakes // yizhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin