𝕻𝖊𝖘𝖆𝖉𝖎𝖑𝖑𝖆

200 29 14
                                    

Karşımdaydı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Karşımdaydı. Aramızda neredeyse 200- 250 metre vardı, onun gibi dev bir yaratığın bana ulaşması için çok değildi, arkasında ise cılız, dağılmış bir beden boş gözlerle bana bakıyordu. Kim olduğunu, ona ne olduğunu ya da neden orada olduğunu bilmiyordum. Dev yaratığa gelirsek o ise kocaman kırmızılarını üzerime dikmişti. Nefretle ciğerlerine doldurduğu nefesi yine aynı nefretle birlikte soğuk havayla buluşturuyordu. Elleri her an saldırmaya hazır bir şekilde yanda onun için bir silah halini almıştı. Bana vurmak, ısırmak, saldırmak istiyordu, beni öldürmek istiyordu. Benden nefret ediyordu, hissedebiliyordum ancak bu nefreti hak edecek ne yaptığıma dairse hiç bir fikrim yoktu. Kanıma susamış gibi görünüyordu. Kaslı vücudu, sinirden köpürmüş ağzı, yuvarlarından çıkacakmış gibi duran korkunç gözleri.. İçinden milyonlarca kez pişmanlık geçiyordu, kendini affedemiyordu bir şekilde düşüncelerini duyuyordum ancak ağızı kıpırdamıyordu bile. Ne için affedemediğini bilmiyordum fakat kendini suçluyordu.

Gözlerim bir elimdeki kaleme, bir karşımdaki dev canavar, bir de deftere gidip geliyordu. Deftere ne yazmam gerektiğini bilmiyordum fakat bir şeyler yazmalıymışım gibi hissediyordum. Yazacaklarım beni bu canavardan kurtarabilirdi belki de. Belki de sonumun daha da hızlı gelmesine neden olacaktı. Kalemi deftere yakınlaştırdım.

Her şey birden oldu, patlamıştı. İçinde daha fazla tutamadığı nefreti ile yeri göğü inleterek bana doğru koşuyordu! Gözlerim yuvarlarından çıkacak gibi açılmıştı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. O koştukça yer sallanıyor ve ben yere vidalanmış gibi kılımı kıpırdatamıyor, sadece karşımdaki dev, pis kokulu yaratığa bakabiliyordum. Ölecek miydim?

Aramızda 50 metrelik bir mesafe kalmıştı. Neredeyse bana ulaşmıştı ve sadece gözlerimden yaşlar süzülüyordu, bana ne yapacağını bilemiyordum. İliklerime kadar korkuyu hissediyordum. Derken birden gözüme ışık vurdu ve bir ses... Korna sesi mi? Arkada ise boğuk başka bir ses adımı sesleniyordu. Sarsılıyor muydum, biri sağa sola sallıyordu sanki..?

.

Arabada sessizce kliniğe doğru gidiyorduk. Hala atlatamamıştım gördüğüm şeyi. Arabada can sıkıcı bir ortam vardı ve bir an önce klinikteki odama gitmek istiyordum, orda rahat edecektim ve kafamı dinleyip sabah yaşananları daha rahat bir şekilde düşünebilecektim.

'' Bana anlatmak istemediğine emin misin?'' Dasom'un sesi ile düşüncelerimden ayrıldım.

''Sadece kabus gördüm, önemi yok Som.''

''Sadece kabus gördüğünü biliyorum ancak uyurken her yanın ter içindeydi. Ayrıca seni uyandırmak için resmen sağa sola salladım! Normalinde uykun hafiftir, bu kadar zorlanmazsın uyanırken. Sence bu normal mi, belki de izin alıp bir doktora görünmeli ve evde dinlenmelisin, son zamanlarda çok çalıştın. Biraz dinlenmen gerekmez mi?''

''Sadece korktum, neden konuyu kapatmıyoruz?'' dedim konudan rahatsız olduğumu belli edercesine. Beni kafasıyla onayladı ancak içinin rahat olmadığını görebiliyordum fakat pek umurumda değildi.

Kliniğe gelmiştik, Dasom araba ve park yeri ile cebelleşirken ben klinik kapısına doğru adımlıyordum. Uğramam gereken hastalar, almam gereken hemşire raporları ve doldurulmayı bekleyen dosyalar... Ben ise çok bitkin bir haldeydim. Bir bitki çayının iyi geleceğini düşünüp odam yerine kafeteryanın yolunu tuttum. Yüzümde samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme ile çalışan ve hastalara selam verdikten sonra sıcak su ve bir paket çay ile odama gittim. Mesaimin başlamasına yaklaşık on dakika vardı ve ben o on dakika içerisinde odamda sessiz sakin bir şekilde kafamı dinlersem kendime geleceğimi düşünüyordum. Daha önce hiç bir rüyanın bu kadar etkisinde kalmamıştım..

.

Mesaim başladığında hastaları kontrol etmek için klinikte kısa bir tura çıkmıştım. Hastaların hemşirelerini dinliyor durumlarını değerlendiriyor, ilaçlarını kontrol ediyordum. Hasta sırası Park Jihoon'a geldiğinde hemşiresi ile kısa bir konuşma yapıp dün geceki durumu hakkında kısa bilgiler aldım. Ardından kapısını çalıp içeriye girdik.

''Günaydın Bay Park. İlk geceniz nasıl geçti?'' beni cevaplamadı ve boş boş bakmakla yetindi. Onu anlayabiliyordum, buradan nefret ediyordu fakat benim elimden hiçbir şey gelmezdi bu durum için. Cevap vermemesini umursamadan sıcak bir gülümseme ile söylerime devam ettim.

''Size bugünden itibaren ilaç başlayacağız. eğer ilerleme kaydederseniz azalabilir.'' Yüzümü hemşireye döndüm. '' Klorpromazin ve Haloperidol alacak.'' dedim oda beni başıyla onayladı.

''Burada konuşma hakkım olduğunu sanıyordum.''

Bakışlarıma Park Jihoon'a çevirdim, şaşırmıştım çünkü böyle bir cevap beklemiyordum.

''Anlayamadım?'' dedim sorar bir şekilde.

''İlaç içmek istemiyorum, içmeyeceğim.''

''Bakın Bay Park, bu ilaçlar iyileşmeniz ve eski sağlığınıza kavuşmanız için çok önemli. İnanın bana içmeniz gerekmese zaten vermezdim.''

''İlaçlarımı içmezsem, ne yapacaksınız?''

''İlaçlarınızı içeceksiniz Bay Park.''

''İçmezsem Transorbital lobotomi mi uygulayacaksınız üstüme! Ya o ilaçlar beni beyiinsiz bir canavara dönüştürüyorsa? O ilaçların içerisine her şeyi katmış olabilirsiniz!'' dedi sinirli gözlerle.

''Ne? Bakın Bay Park, gözünüzde kliniğimiz nasıl bilmiyorum ancak sadece merakımdan soruyorum. Oradan bakınca Nazilerin adamlarıymış gibi mi gözüküyoruz?''

Transorbital lobotomi denilen olayda hastayı elektro şoklarla bayıltırlar sonra da bir buz kıracağını gözün arkasına sokup sinir liflerini çekiştirirler. Hastayı daha itaatkar yapar bu. Söz dinler. Ancak bu barbarlık, insafsızlık. 2. Dünya savaşında Kuzey Koreliler Amerikan askerlerine bunu yaparak onları vatan hainlerine dönüştürmüşlerdi ancak biz burada onu iyileştirmeye çalışıyorduk! Robot yapmaya veya işkence etmeye değil! Günüm yeterince kötü başlamamış gibi bir de tuhaf kurgular dinliyordum! Ben düşüncelerimle içten içe kendimi yerken o ise konuşmaya yeniden başladı.

''Vücutta acı nasıl oluşur bilir misiniz, Doktor?'' dedi bu seferde oldukça soğuk kanlı bir tavırlar. Duyguları çok hızı değişiyordu..

''Acıyı beyin kontrol eder, Bay Park. Korkuyu, empatiyi, uykuyu, öfkeyi, açlığı ve daha bir çok hissi, duyguyu.''

''Transorbital lobotomi uygulayarak benimde beynimi kontrol etmeye çalışmayacağınızdan nasıl emin olmamı bekliyorsunuz? Beni çıkarlarınız için kullanabileceğinizin farkındayım. Size güvenmediğimi söylemiştim diye hatırlıyorum.''

Tanrım sakin olmalıydım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

''Pekala şuna ne dersiniz, size bir üyeniz alıp getirebilir veya çalışanlarımızdan biri ile birlikte sizin istediğiniz bir yerden alabiliriz ilaçları . Böylece ilaçların sıradan ilaçlar olduklarını görmüş olursunuz. Ne dersiniz?''

Durdu, düşündü. Gözlerini bana dikti, sanki gözleri ile dürüstlüğümü süzüyordu. Sonra dudakları hafifçe yukarı kalktı ve beyaz dişlerini gözler önüne serdi. Gülünce çok güzel gözüküyordu.

''Anlaştık, istediğim bir klinik çalışanı ile gidebilir miyim peki?'' dedi. Fazla mı kolay kabullenmişti yoksa ben mi onu gözümde fazla abartmıştım?

''Evet, istediğiniz bir çalışanımızla gidebilirsiniz.'' Sözlerim üstüne başını eğip gülmeye devam etti. Neye güldüğünü anlayamıyordum. Sorar gözlerle ona bakarken başını kaldırdı ve gözlerimin içine bakarak şu cümleleri söyledi.

''O zaman bundan sonra ilaç almaya birlikte gideceğiz, Doktor.''


Umarım beğenmişsinizdir, biraz yavaş ilerliyor gibi gözüküyor ama biliyorum ama daha yazamam galiba. Yorumlarda beğendiğiniz yerleri belirtin lütfen

esquizofrenia | park jihoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin