5.Bölüm : Okyanus

277 44 14
                                    

Mutluluktan uyuyamadığım, içim içime sığmadığı bir gün olsun isterdim. O gün neler yaşadığımı hayal bile edemiyorum açıkçası. Beni böyle mutluluktan uyutmayan ne yaşayabilirim ki? Sahiden gelir mi o günler, herkese anlatmayı isteyeceğim, herkesin o mutluluğuma tanık olmasını isteyeceğim, bir şeyler yaşamak mümkün mü şu hayatta? Ama görüyorum ki çok zor. Anca aklıma takılıp, içimi kemiren, olup olmadık şeylere üzülerek teslim olur uykularım, zehir eder uyumama mani olur. Anca bu yüzden uykularım bölünür benim.

Sandalyemden yavaşça doğruldum. Bu da neydi şimdi? Bir mektup yazan sapığımız eksikti oda oldu, tam oldu. Kafama takmak istemesem de yine de mektuptaki sözler sanki beni takip edercesine arkamda dolaşıyorlardı. Hala anlam veremiyordum. Kim, neden, niçin böyle bir şey yapmıştı? Sandalyeye tekrar oturarak mektuba yoğunlaştım. Bana annem bile küçük çocuk dememişti.

"Sende küçük bir çocuksun ama unutma küçük çocukları çok sever büyük adamlar."

Bir dakika ne yani dilenci mi yazmıştı bu mektubu? İyice saçmalamaya başlamıştım ben. Kesinlikle uykum gelmiş olmalıydı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı. Mutfakta iki üç bir şey tıkındıktan sonra tıpış tıpış yatağın yolunu tutmuştum bile. Hala acılarım vardı uykumu zedeleyen, ama artık onlara son deme vakti gelmişti. Ben yeni bir sayfa açmayacaktım, ben defteri değiştirecektim.

Yeni bir hayata penceremden giren güneş ile uyandım. Sonbaharda olmamıza rağmen bu güneş pek hayra alamet değildi. Pastırma sıcakları olsa gerek veya hayat bana defterimi güzel doldurmam için yardım ediyordur, kim bilir? Telefonumu elime aldım ve neredeyse 3 gündür şarjının bitik olduğunu farkettim. Hemen şarj aletini prize takarak lavaboya göç gerçekleştirdim. Atıklarımı boşaltıp duşa girdim. Üzerimdeki pislikleri, üzüntüleri, acıları su sanki alıp götürüyordu benden. İhtiyacım olan buydu zaten.

Bornozumla mutfağa geçerken masanın üstündeki zarfa gözüm takıldı. Yeni bir hayata başlasam da eskiler yinede peşimi bırakmayacaktı. Aynı bir yazarın ikinci kitabını yazmaya başladığı gibi. Olaylar, kişiler farklı olsa da yine aynı kalem yazacaktı satırları. Zarfı elime alıp çantama attım. Belki lazım olurdu yeni dizelerime. Kendime büyük bir sandviç hazırladım. Bir yandan sandvicimi mideme indirirken bir yandan da ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum. Bayadır dolabımıda yenilemiyordum. En kısa zamanda alışverişe çıkmam gerektiğinin farkına vardım. Dolaptan yüksek bel grimsi bir kot pantolon ile krem bir kazak çıkardım. Saçımı da hızlı bir şekilde kuruladıktan sonra düzleştirdim.

Telefonumu açtığımda yaklaşık 51 cevapsız arama ve 42 mesajın geldiğini farkedince ne kadar da sosyal biriyim diye kendimle dalga geçtim. 51 cevapsız aramanın üçünün Eclem olduğunu gördükten sonra diğerlerinin "Sabah Uykum" dan geldiğini farkettim.

Hiç vakit kaybetmeden mesajlara da girdim. Eclem "İzel mesajı görünce hemen beni ara" mesajına cevap olarak:

"Birazdan kafeye geleceğim." diyerek yanıtladım. Diğerleri yine sözde "Sabah Uykum" olan kişiden gelmişti. Hiçbirini okumadan numarasını, mesajlarını ve onu sildim. En kısa zamanda da numaramı değiştirmeliydim. Telefonumu ve kızsal ihtiyaçlarımı çantama atarak evden çıktım. Montumu almayı unuttuğumu 5 kat merdiven indikten sonra farkettiğimde kendime lanet ettim. En baştan eve girip siyah montumu üzerime geçirerek kapıyı kilitledim.

Hızlı bir sabah yürüyüşünün ardından kafeye varmıştım. Mutlu bir sesle "Günaydın" diyerek içeri girdim. Masada hüzünlü bir şekilde oturan Eclem'i görünce şaşırdım. O hep eğlenceli ve mutlu birisiydi. Bu şekilde ilk defa onu görüyordum. Hemen karşısına oturarak:

"Ne oldu?" diye sordum.

"Asıl sana ne oldu?" diyerek dudağını büzdü.

"Ne olmuş bana?" diye çıkıştım.

"Neden işi bırakıyorsun? Bu sabah patron telefon ile konuşurken duydum. Oysa hep beraber olacağımızı söylemiştin." dedi. Hiçbir şey anlayamamıştım.

"Patron nerede ?" diye çıkıştım.

"Arka odada kendileri,hey bir şey mi oldu? " demesine rağmen ona cevap vermeyerek hemen patronun odasına yöneldim. Kapıyı çalarak içeri girdim.

"Günaydın patron" diye sevecen bir tavır sergiledim.

" Patron mu? Ne patronu?" diye sanki tiksinerek cevapladı beni.

"Burda neler oluyor böyle? " diye sorumu yönelttim.

"Senin Erdinç ailesinden olduğunu bilmiyordum İzel. Eğer bilseydim sana ona göre davranır çalışmana izin vermezdim. Bugün beni Oktay Erdinç aradı ve senin burda çalışmana gerek olmadığını ve seni işten çıkarmamı talep etti. Eğer çıkarmaz isem işime burnunu sokarak buraya kapatacağınıda söyledi. Üzgünüm ama İzel seni daha fazla burda çalıştıramam. Buyur, buda maaşın üzgünüm." dedi ve odadan çıktı.

Şok geçirmiştim. Oktay Erdinç neden benim işime karışırdı? Benim onlardan olduğumuda nerden çıkarıyor bu adam? Bu düşünceler de boğularak kafeden hızlıca çıktım. Bu da neydi şimdi? Bu hayat bana hiç gülmeyecekmiydi? Ben yeni bir defter karalamak istediğimde neden hayat benim kalemimi kırıyordu? Şimdi ne yapacaktım? İşsiz de kalmıştım. Hepsi benim bu sivri dilim yüzündendi. Eğer çenemi tutabilseydim bunların hiçbiri başıma gelmeyecekti.

Oturduğum kaldırımdan kalkarak parkın yolunu tuttum. İçim dilenciyle dertleşme isteğiyle dolup taşmıştı. Parka vardığımda dilencinin bankta oturduğunu farkettim. Hemen yanına gidip oturdum.

"Hoşgeldin küçük çocuk," dedi.

Artık emindim. Kesinlikle mektubu dilenci yazmış olmalıydı. Bunu da ona soracaktım ama önce dertleşmem gerekiyordu.

"Hoşbulduk. Lanet olsun böyle hayata. Yeni bir defter açmak istiyorum ama izin vermiyorlar. Daha ben yazmaya başlamadan sayfalarını elleriyle koparıyorlar. Neden her şey beni buluyor?" diye hemen içimdekileri dökmeye başladım.

"Kalbini kıranlara öfkelisin, biliyorum. Çok değer verirken, birden bire az değer görmek incitti seni. Anlıyorum, anlamaz mıyım hiç? Ama sende anla biraz. Hayat böyle. İnsanlar böyle. Gör biraz. Hiç yapmaz dediklerin, yapmaz dediğin şeyleri yapar. Hiç gitmez dediklerin, hiç gitmeyeceğini sandığın anda gider. Ortada kalırsın. Oysa onlar seni kırdıklarını sandıklarında, seni bambaşka biri yaptıklarından habersizdirler. Bunu unutma; kırıldıkça değişirsin. Bunu asla unutma; seni üzmüş olanlar, seni mutlu edenlerden daha çok yarar sağlamıştır sana." dedi ve sustu.

Çantamın ön gözünden zarfı çıkararak ona uzattım. Bana doğru baktı ve bende gözlerine. Gözlerinin maviliğinde boğuldum sandım bir an. Sonra kafasını zarfa çevirdi.

"Yazım güzel mi sence?" diye sordu. Bende gülümseyerek:

"Yazının bilmiyorum ama kelimelerini hiçbir şeye değişemem galiba." dedim.

"Peki benle sonsuzluğa gelir misin? Buralardan uzaklaşmak, başka bir şehir belki. Başka bir nefes ister misin? Sonucu ne olsada gelebilir misin?" diye sordu.

"Beni zaten buraya bağlayan tek bir nedenim bile yok. Sadece bedenim burda. Zaten ruhum yok ki. Bu şehir, bu insanlar ruhumu çaldı benim. Evet sonucu ne olursa olsun burdan uzaklaşmak istiyorum." diyerek cevapladım onu. Ayağa kalktı ve elini uzattı.

"Haydi gidelim bu şehirden,bu insanlardan,bu acılardan." diye çağırdı beni gözlerinin maviliğiyle. Okyanus vardı onda. Kıyısının nereye vurduğunu bilmiyordum ama ben küçük sandalıma binip okyanusuma açılmıştım bile.

Zehirli Duygular #wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin