Bölüm 26 (Part II)

711 72 11
                                    

O halde devam edelim beybiler... 

Yorumlarınızı bekliyorum. ;)

(31.01.2021)

*

Birce'nin Anlatımından;

Yurda yerleşmiştim. Odada tek başımaydım. Saat sabaha karşı üçü geçiyordu ama gözüme tek bir damla uyku girmiyordu.

Aklımda fırtınalar esiyordu adeta; bundan sonra bize ne olacaktı, kimliğim ortaya çıkarsa ne yapacaktım, aileme açıklama yapmam gerekiyordu, onlara pek de dürüst olmamıştım ilişkim konusunda, peki ya Jungkook'un hayranlarının yaklaşımı ne olacaktı, kimliğim ortaya çıkarsa artık gittiğim her yerde ekstra gözler tarafından takip ediliyor olacaktım, ve bunun gibi bir dünya düşünce beynimin içinde dönüp duruyordu.

TaeHyung ve Sora ne yapmıştı ki bu kadar uzun bir zaman ilişkilerini gizli tutabilmişlerdi? Biz nerede hata yapmıştık? Aklımdaki deli sorularla cebelleşiyorken sızıp kalmışım.

Gözlerimi çalan telefonumun sesine açtım. Arayan Lily'di. Çoktan gün aydınlanmıştı. Telefona cevap verir vermez Lily haberden dolayı yaşadığı şoku anlatıyordu. Hemen eve yanına gitmemi istiyor, birlikte olursak daha güçlü hissedeceğimi söylüyordu. Yine ablalık iç güdüleri kabarmıştı ama ne yapabileceğini düşünüyordu ki? Bu tamamen kontrolümüz dışında gelişen bir olaydı. Ne durdurabilirdik ne de geri alabilirdik...

Ona BigHit'in her bir detayla titizlikle ilgilendiğini anlattım; kalacak yerden haberin kaynağının bulunmasına kadar. Merak etmemesini, benim için endişelenmemesini söyledim. Konuşmayı bitirdiğimizde ikna olmuştu. 

 ***

Saatlerdir aynı oda içerisindeydim. Bir elimde telefon internette yazılan çizilen ne varsa araştırmıştım. Neredeyse bütün haber sitelerinde Jungkook vardı. 

Haber altına yazılan yorumların bir çoğu can sıkıcıydı. Korktuğum şey başıma geliyordu. 

Kapımın tıklatılmasıyla oturduğum yatağın üzerinden kalktım. Giriş kapısına gidip kapıyı açtığımda Jungkook'u karşımda gördüğüm için deli gibi mutlu olmuştum. 

"Sevgilim seni çok özledim!" Boynuna sıkı sıkı sarılmıştım. 

Şapkasını ve yüzündeki maskeyi çıkarmaya çalışıyordu. Bense onun içeri gelmesini istiyor, elini tutmuş bütün gücümle onu odaya doğru çekmeye çalışıyordum. "Sadece on dakikamız var sevgilim. O süreyi de ayakkabı bağcığı açarak harcamak istemiyorum. Burada konuşalım." 

Giriş kapısı önündeki ufak, dar holdeydik. Ellerimiz bir dakika dahi birbirinden ayrılmıyordu. Avuçları içine aldığı yüzümü okşarken ellerim onun elleri üzerindeydi, ten temasını asla kesmiyorduk. 

Nasıl olduğumu soruyordu. İyi olduğumu söylemiştim. Daha fazla çocukluk yapıp mızmızlanmayacaktım. Aklı bende kalsın istemiyordum. 

Son durumun ne olduğunu sordum ona. Şirkette neler olup bittiğini merak ediyordum.

"Haber bütün sitelere yayıldı. Müdahale etmek için artık çok geç yani. O yüzden şirkettekiler kaynağı araştırmaktan vazgeçtiler, muhabir de kaynağını gizli tutmakta ısrarcıymış." Bunu ben de fark etmiştim, haber yorumlarını bile okumuştum. 

"Bang PD'yi bekliyoruz. Sabah ilk uçakla Hong Kong'dan döneceğini söylemişti. Varmak üzeredir. O da geldiğinde toplantı yapacağız. Muhtemelen bu akşama kadar nasıl bir yol izleyeceğimiz belli olur." 

Yüzüne odaklanmış anlattıklarını dinliyor, başımı aşağı yukarı sallayıp onaylıyordum. "Birazcık daha sabretmemiz gerekiyor Birce. Bir ya da iki gece daha burada kalman gerekebilir. Herhangi bir şeye ihtiyacın var mı sevgilim?" 

En çok ihtiyacım olan oydu oysa ki. Zamanı geri sarmak istiyordum. Tekrar o sorunsuz, tasasız günlerimize geri dönelim istiyordum, kimsenin bizden haberi olmadığı, evimizde kimi zaman sarmaş dolaş kimi zamansa kavga gürültülü hallerimize dönebilseydik keşke.

O hafta sonu da olurdu mesela, ufak bungalovda geçirdiğimiz harika hafta sonu... Burada sonsuza kadar kalalım dediğinde gerçekten kalabilseydik, çiftliğimiz ve sade bir hayatımız olsaydı, her gece hamağımızda yıldızları izleseydik. 

"Cooky!" deyiverdim ansızın. Evet Jungkook yanımda olamasa da Cooky olabilirdi. "Bana Cooky'yi gönderir misin?" Gülümseyerek başını aşağı yukarı sallamıştı. Geride bıraktığımız on üç saat boyunca ilk defa gülümsediğini görüyordum. Tamam geceyi ayrı geçirmiş olabilirdik ama onun da benden farklı olmadığını biliyordum. "Cooky'yi hemen sana ulaştırmalarını söyleyeceğim sevgilim." 

Kapının arka taraftan tıklatılması ile artık gitmesi gerektiğini söylemişti. "Akşama doğru tekrar gelmeye çalışacağım Birce. Gelişmelerden haberdar ederim seni de. Seni seviyorum sevgilim."

Dudaklarımız birbirinden ayrılmak istemiyordu ki... Öptükten sonra gitmek için kapıya doğru yöneldiğinde duraksayıp, bütün bedeniyle geri döndürüp tekrar öpüyordu. Hep öpebilirdi, hiç şikayetçi olmazdım. Saatlerce şu holde durup beni tekrar tekrar öpmesi için bekleyebilirdim.

*

Birkaç saat sonra Cooky artık benimleydi. Ona sarılmış yatağın üzerinde oturuyordum. Hala Jungkook'un parfümünün kokusu geliyordu Cooky'den. Şurası kesindi ki o koku daha iyi hissetmemi sağlıyordu. 

Şu saatten sonra oturmaktan ve zamanın akmasını beklemekten başka yapabileceğim bir şey de yoktu. Kaldığım odanın manzarası bile yoktu ki kendimi oyalayabileyim... Karşı binanın kırmızımsı, uzun ince tuğla taşları olan duvarını gören bir pencereden bakmak dahi içimden gelmiyordu. 

Tıklatılan kapı ile birlikte bir anda yerimde sıçradım. Kaldığım oda fazlasıyla sessizdi, öyle ki kalp atış sesimi, hatta düşüncelerimi dahi duyabiliyordum. O tıklatma da sessizlik içinde fazlaca gürültülü olmuştu. 

Kapıyı açtığımda Sanghyun'u görmeyi beklemiyordum. Aklımdaki tek şey Jungkook'un akşama doğru uğrayabileceğini söylediğiydi.

"Seni şirkete götürmeye geldim Birce." 

Beni mi? Ben ne yapacaktım ki şirkette? 

"Şu maskeyi ve şapkayı takmanı istiyorum. Sadece binaya girene kadar takman yeterli bu arada. Dışarıda kalabalık bir muhabir ordusu var. Biz önlemimizi alalım." Böyle konuşup beni germek zorunda mıydı bu adam. 

"Birce kapüşonlu hırkan filan varsa giymeni istiyorum. Saçlarını da saklayalım, saçlar ayırt edici bir özellik; şapka yeterli olmayabilir." Bilmiyordum ki var mıydı yanımda kapüşonlu herhangi bir şey.... Çantayı Jungkook hazırlamıştı. "Bakmam gerek, emin değilim Sanghyunshi."

"Tamam, bununla vakit kaybetmeyelim o halde. Al bunu giyin." Giydiği, üzerinde BigHit Staff yazan siyah, geniş penye hırkasını çıkarıp verdi.

Maskeyi taktıktan sonra şapkayı da başıma geçirdim. Sanghyun son olarak şapkanın üzerine kapüşonu geçirdi. 

"Tamamdır, böyle iyi. Gidebiliriz artık." 


Sonraki bölümde görüşmek üzere. 

Yıldıza tıklamayı unutmuyoruz değil mi?

Öptüm kocaman.

💜


You're Mine¹Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin