uzandığım yatağımda küçülürken kafamı ellerimin arasına alarak, kendimi sıkarak, kollarıma cimcikleyerek, ağzımı kapatarak, gözlerimi sıkıca kapatarak, başımı yastığa sıkıca bastırarak ağladım.
ama bir türlü son bulmuyordu.
ne zaman ağlasam bu yöntemleri yaptığım da geçerdi fakat şu an geçmiyor, gözyaşlarım daha çok çoğalıyordu. elimde değildi sanki gözyaşlarımı durdurmak. gözlerimin kenarları yırtılmış sular akıyordu sanki.
tae hyung birkaç hafta önce bana iyi gelirken, gülümsememi yüzümde eksiltmezken, birkaç hafta sonra hüngür hüngür beni ağlatması akıl alır iş değildi.
10 yıllık dostluğumuz, arkadaşlığımız vardı. 10 yılımız birlikte geçti, 10 yıldır kendimi açtığım sayılır insanlardandı tae hyung.
düşünüyordum.
'senden hoşlanıyorum' diyerek mesaj atmasaydı keşke.
keşke beni sevmeseydi, bende onu. aramızdaki ilişki arkadaşın ötesine geçeceğiz zaman durdursaydım keşke zamanı.
tae hyung ve ben, olamazdık. ben ona çok alışmıştım ve biz sevgili olursak benden sıkabilirdi.
ona budenli alışmışken beni bırakmasını asla istemem. bu nedenle onunla daha fazla ileri gidemeyiz diye düşündüm hep. ama bizi olduğumuz yerde tutmak yaptığım en büyük hataydı.
tae hyung, hırçın ve cesur bir çocuktu. her şeyi açık açık söyler ve belli ederdi.
fakat bu konuda açık sözlülük yapmaz sanmıştım. aramızı bozmamak için susar sanmıştım ama öyle olmadı.
içindekileri döktü bir mesajda, korkmadan, çekinmeden bizi ayırdı. dostluğumuzu bitirdi.
ama beni anlamalı. ben, sevgili olmaya uygun bir insan değilim, bana yakınlaşmak isteyecek elbette ama ben yapamam. korkarım, çekinirim.
beni öpmek isteyecek, sarılmak isteyecek fakat benim bünyem bunlara hazır değil. o beni öpmek isterken onu incitecek bir davranış veyahut söz söyleyebilirim. ve düşününce bu bana yapılsa çok kırılırım.
kendimin kırılacağı bir şeyi başkasına yapamam. kendimi tutamam.
ağlamaktan başım çatlarken düşünmemeye çalıştım. 'sus' dedim kendime, 'sus artık ve uyu jungkook, sabah her şey güzel olacak' olmayacaktı. ne tae hyung benimle konuşacaktı ne de aramız düzelecek. her şey iyice kötü gidiyordu.
ben, tae hyung üniversiteye gidince 'ne yapacağım?' diye düşünürken bu halde olmamız inanılmazdı. aklımın ucundan geçmezdi, ayrı düşeceğimiz.
"özür dilerim tae hyung." dedim ağlarken.
kafamı yastığa bastırırken çıldıracak seviye gelmiştim.
bir şey yaparken düşünmek istemiyordum. ve bu nedenle yavaşça ayağa kalkarak üstümü düzeltmiş, siyah maskemi ağladım için takarak saçlarımla yüzümü kapamıştım.
o bana gelmiyorsa, ben ona gidecektim.
evden çıkarak tae hyung'ların evinin olduğu caddeye doğru yol aldım. evlerimiz çok uzak değildi. bu nedenle hızlı yürürsem 3-4 dakika varırdım.
ağlamam durmazken kendimi sıktım, sokakta ağlamak istemiyordum.
tae hyung'un evine vardığım da koşarak zile basıp kapının açılmasını bekledim.
dizinin üstünde biten siyah şortu ve siyah tişörtü ile kapıyı açan tae hyung'la gözyaşlarım tekrar akmaya başladı.
kendimi tutamıyordum.
beni karşısında görmeyi beklemiyor olacak ki şaşırmıştı, belki de karşısında ağladım için.
"b-ben çok üzgünüm, yemin ederim arkadaşlığımız bozulmasın diye bir şey demedim hyung, yemin ederim. lütfen
be-ni affet, benim senden başka hiç kimsem yok ki. sen gidersen ne yaparım ben?" dedim boynuna sarılırken. kafamı boynuna dayayarak ağlıyordum.çok güzel kokuyordu tae hyung. çilek gibi.
"j-jungkook? iyi misin sen? ne bu halin? içeri gel." dedi sakin sakin. ona uyarak içeri girerken 'özür dilerim' diye tekrar ediyordum kendimi, transa girmiştim sanki.
"odama geçelim, olur mu bebeğim? hadi gel." demişti belimde tutarak. ne yaparsa onaylıyor, gittiği yöne doğru gidiyordum. bitmiş haldeydim, tae hyung'un karşısına böyle geçmem bile utanç vericiydi. benden tiksinecekti. belki de karşısına gelip çocuk gibi ağladığım için gülecekti, bilemezdim.
yatağa oturacakken tae hyung beni durdurmuştu.
"uzanalım, rahatlarsın, hem masaj yaparım başına, çok ağrır başın şimdi." dedi gözlerimin içine şefkatle bakarken. mesajlardaki tae hyung değildi sanki.
"mesajlardaki tae hyung musun sen?" dedim varlığını kanıtlamak için yüzünü ellerken. yüzü düşsede çaktırmamaya çalışmış "üzgünüm jungkook, her şey geçecek bebeğim, şu an sadece uzanalım, hadi." demişti ciddi bir sesle.
yatağa uzandığımızda başımı omzuna koyarak "masaj yapacağım böyle kal, olur mu?" demişti, bende onaylayarak geçiştirmiştim.
sırt üsttü uzanırken bedenimi tae hyung'a çevirdim.
"beni sevmesen ya hyung? çok çirkinim ben, lütfen beni sevme tamam mı?" dedim var olan son gücümle.
kendimi masaj yapan parmaklarına bıraktım.
parmakları o kadar güzeldi ki başıma olan ufka dokunuşları bile mayıştırıyordu beni. ağlamanın getirdiği bir uykuda vardı tabii.
gözlerim kapanırken uyandığımda her şeyin geçeciğimi düşünerek uykuya dalmıştım.
uyandığımda ise hiçbir şey geçmemişti.