bindiğim aracın camında sokaktaki insanları izlerken düşündüm, dört yıl boyunca ayrı kalkmak ikimizi de çok üzmüştü. bazı geceler jungkook ağlayarak beni arar, beni çok özlediğini söylerdi.
ama bir bakımdan ikimiz içinde en iyisi bu olmuştu, tokyo'ya gelirken ne kadar güzel bir ilişkimiz olsa da kafamız çok karışıktı, birbirimize kavuşmamızdan bir gün sonra: basket kursu için tokyo'ya gelmem konuşmamız gereken konuları bir nevi halının altına itmişti.
ilişkimiz güzel bir şekilde yürürken jungkook ya da ben bir anda birbirimizd soru soruyorduk ve ortamdaki güzel hava bir anda dağılıyordu, kara bulutlar üstümüzde toplanıyordu. jungkook, çok kırılgan bir çocuktu ve benim en son isteyeceğim şey bile onu kırmak değildi ama halının altına ittiğimiz sorunlarımız bir anda önümüze gelince geriliyor anlamadan birbirimizi kırıyorduk.
ben asla jungkook'a kırıldığımı belli etmedim, üzüntümü, kırgınlığımı hep içimde yaşadım.
jungkook'a kırıldığımı belli etsem çok üzülürdü, ağlardı bile. ben nasıl ona kıyamıyorsam o da bana kıyamıyordum. bazen jungkook'ta yansımamı görüyordum, birbirimize bu kadar değer vermemiz ve bu değerin aynı duygulardan oluşması bir mucizeydi.
'jungkook ve taehyung, ruh eşi.'
jimin'in iki yıl önce dediği bu cümle beni o kadar etkilemişti ki, bir hafta etkisinden çıkamamıştım, ne maçlara özen verebiliyordum, ne arkadaş çevreme.. bir hafta boyunca ramen'le yatıp kalkmıştım.
lise sonda benim için hayalden ibaret olan şeylerin gerçekleşmesi ve insanların bizi böyle görmesi beni etkiliyordu.
düşündüklerimle gözlerimin dolmasına engel olamadım, dört sene çok güzel, hüzünlü ve duygulu geçmişti.
duygularımızın zirvesini de görmüştük, çöküşünü de görmüştük.
serendipçe, ansızın ortaya çıkan bir mutluluktu, jungkook.
"geldik efendim." şöförün sesiyle kendime gelmiş gülümseyerek "çok teşekkürler bay choi, kendinize çok dikkat edin lütfen, iyi günler dilerim." dedim saygıyla eğilerek.
havaalanına doğru adımlarken köşede bana doğru gelen birkaç gazeteciyle şaşırmıştım. evet, basketbol sayesinde tanınmıştım ama bu kadarını beklemiyordum açıkcası.
etrafımda olan yabancı insanlara saygıyla eğildim, flaşlar patlıyor ve gazeteciler 'nereye gidiyorsun bay kim?' diye sorular yöneltiyordu. uçağımın kalkacağı alana doğru yürürken "kore'ye geri dönüyorum." dedim gülümseyerek demirliklere çarpan gazeteci kolundan tutarken.
anons sesi havaalanın yankılanırken valizimle birlikte uçağa doğru ilerledim.
109 numaralı koltuğuma otururken rahatlamak için arkama yaslandım, benim için yeni şeylerdi bunlar ve beni geriyor, korkutuyordu.
sarsıntıyla kalkan uçakla kulaklıklarımı takmış uyumak üzere gözlerimi kapadım.
...
sarsıntılı geçen yolculuğun ardından havaalanında etrafımdaki gazetecilerle birlikte ilerliyordum çıkışa doğru.
flaşları patlayan kameralara saygıyla eğilirken huzur bulduğum tanıdık ses irkildim.
benim güzel sevgilimin sesiydi bu.
"hyung?" dedi jungkook dolu gözleriyle birlikte.
burada olmasını beklemiyordum, bana geleceğini söylememişti.
"jungkook-ah?" dedim titreyen sesimle, beni mahvediyordu, jungkook, boncuk gözleriyle, dudağın altındaki beniyle, dişlek dişleriyle, yanağındaki kusursuz yara iziyle beni mahvediyordu.
o an havaalanındaki insanları, gazetecileri, kameralardan çıkan flaşları umursamadan birbirimize sarıldık, dudaklarımızı savaştırdık, dişlek dişlerini emdim güzelce, dudaklarımızı ayırıp kusursuzluğuna öpücük kondurdum.
defect an itibariyla bitmistir, okudugunuz icin, buraya kadar jungkook ve taehyung'un yaninda oldugunuz icin tesekkur eder, saglicakla kalmanizi dilerim.