10.01.2020

137 34 70
                                    

Arkadaşlar bu kitapta yazılanların tümü gerçektir. Kurgu yok. Bu kitap benim günlüğüm.

Doktorumun istediği yazıyı yazdım. Ne kadarı istediği gibi oldu bilmiyorum. Neyse anlayamadığı bir yer olursa sorabilir. Burası her geçen gün kötüleşiyor. Artık Prison Break’teki SONA’ya benzetiyorum burayı. Herkes başka bir alem, her yerde başka bir tehlike. Önceki gün oda değişikliği rezaletinden sonra çok sinirlendim ve diş macunu kutusundan yırttığım bir karton parçası ile bacağımı kestim. Derisi yeni oluşan eski kesik yeri olunca hemen kesildi ve kanadı. Ben o kanın akışını izleyip stres giderirken hemşireden bozma biri de kapının penceresinden beni izliyormuş. Burada her oda kapısında koca bir delik var hemşireler hastaları gözleyebilsin diye. Aniden daldı odaya ne yapıyorsun diye. Elimi açtırdı ve suç aletimi gördü. Kartonda kan olmasa inanamayacaktı onunla yaptığıma. Benimle yapıcı ve duygusal konuştu. Bende salak gibi etkilendim. O çıktıktan hemen sonra odaya hemşireler girdi. Hemen gidip ispiklemiş malak. Ben de güzel duygusal bir an yaşadık sanmıştım.
Hemşirelere bir ton dil döktüm doktoruma söylemesinler diye. Bilin bakalım ne yaptılar? Hemen gidip söylediler. Ben buraya gelirken O’na, kendime zarar vermeyeceğime dair söz vermiştim. Anca bu şekilde yanımda refakatçı kalmamasına izin verdi. Ama şimdi ben o sözü yedim.
Psikiyatride hastaların sözleri nadiren dikkate alınır. Benim alınmıştı ben de böyle yaptım. Çok üzgünüm. Bir anlık dürtüyle oldu engel olamadım ama yine de çok üzgünüm. Refakatçı bebek bakıcısı gibi geliyor. Asla ama asla birinin arkamda dolanıp yaptıklarımla ilgilenmesini istemiyorum.
Neyse refakatçı çağırmasın diye doktoruma verdiğim sözümü yeniledim.
Şimdilik aksi yönde bir şey yapmadım. Umarım bu sefer yapmam.
Dün kötü olduğum bir başka konu var. Bacağımı kağıtla kestikten sonra hemşireler gelip faaliyet odasına gidin, rahatlayın biraz falan dediler.
Nadiren işe yarar şeyler söylerler. Bende öyle yaptım. Gittim takı yapmak istiyorum dedim. Orada da bacağımı kestiğim için takı yapamazsın dediler. Acayip bozuldum. Sonra takı hocası geldi. Benim için izin aldığını, kendime zarar verecek herhangi bir şey yapmazsam takı yapabileceğimi söyledi. Söz verdim, senin başını ağrıtacak herhangi bir şey yapmam, kendime zarar vermem dedim. İki tane bileklik yaptıktan sonra kalkarken “Boncuk almadın cebine değil mi?” dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Hırsızlık yapabilirmişim gibi konuştu. Böyle düşünmesi beni mahvetti. Niye yaptı ki bunu bana? Ne güzel uslu uslu yapmıştım işte takılarımı. Boncukla bir insan kendine zarar veremez ki…ben bile. En fazla yutarsın o da dışkınla çıkar. Bu soruyu sorması sorması cidden gereksizdi. Çıktım hemen hemşirelerden sakinleştirici istedim ama geç kalmıştım. Yine nefesime hakim olamadım. Hızlı nefes almalar kasılmalar falan oldu işte. Sakinleştirici o an işe yaradı ama dünü tam bir sarhoş gibi geçirdim. İkili görüyordum her şeyi, algılayamıyordum, yürüyemiyordum. Dahası dün yaşadıklarımın çoğunu hatırlamıyorum. Hatırladıklarım da rüya mı gerçek mi bilmiyorum.
Mesela bugün için psikolog ile randevu aldım mı gidip görmekten başka yolu yok.
Gittim. Neyse ki randevu hayal değilmiş, görüştük. Çoğunlukla şu iki günde yaşadığım olumsuzluklar ve onların bana hissettirdikleriyle alakalı konuştuk. Problemle başa çıkma mekanizmalarımda sıkıntı olduğu sonucuna vardık.Bir problem olduğunda kendimi kesmek ya da ağlamak dışında beni rahatlatacak şeyler üzerine düşünmeliyim. Bundan sonra yaşanacak beni sinirlendiren iki olayda kendimi kesmemeye söz verdim.
Ben de söz verip duruyorum. Sonumuz hayrola.
Psikiyatristimle de konuştuk. Bana 20 şubat hakkında ne düşündüğümü sordu. Bu arada 20 şubat intihar için düşündüğüm gün. Bilmiyorum ki.
Ona verdiğim cevabın aynısını yazayım “ Düşüncelerim intihar mantıksız diyor. Ama duygusal olarak yorgunum. Her şeyin bitmesini istiyorum”.
Duygularım ile düşüncelerimi uzlaştırmadan çıkmak istemiyorum buradan. Esasında artık özgür olmak istiyorum ama insan kendi hapishanesini zihninde taşıdıkça fiziksel özgürlüğün bir kıymeti olur mu bilmiyorum. Yaşayacaksam ne yapacağımı bilememek ya da öleceksem öleceğimi bilerek yaşamak ciddi bir hapishane. Ben zihnimdekinden kurtulmadan diğerinden çıkmayacam. Evet buranın fiziki şartları istediğim gibi değil ama Shakespeare’in King Lear’ında dediği gibi “Zihin dingin olunca beden duyarlı olur”. Benim zihnim dinginlikten fersah fersah uzakta. O yüzden içinde bulunduğum fiziksel şartlardan önce düşünecek çok şeyim var. Ah King Lear! Ne kadar da yakın hissediyorum sana kendimi. Özellikle içinde fırtınalar koparken dışarda da fırtınada kalmış halini… Doktorum bugün yazdığım yazımı okudu. Açıkçası bende onunla beraber okudum. Ne yazdığım hakkında pek bir fikrim yoktu çünkü kim bilir uykunun kaçıncı katmanında yazmışım onları. El yazım zaten çivi yazımsı bir şey olmuş. Neyseki saçmalamamışım. Doktorum biraz da kendine merhamet üzerinde durmamı söyledi. Doğaya, hayvana, insana olan merhametin çok güzel ama en zalim olduğun kişi kendinsin, dedi.
Bence de öyle. Ama bu olması gerektiği gibi. Yanlış bir şey yapmıyorum.
Herkesin bende gördüğü ile aslında olan arasındaki farka denk gelebilecek kadar büyük ceza bulamıyorum kendim için. Ben hiçbir zaman aileme kayık evlat, arkadaşlarıma layık dost olamadım. Benim canım acımalı, yapabilecekken yapmadıklarım için ya da yapmamam gerekirken yaptıklarım.
Buranın bana en büyük faydalarından biri telefonu bırakmam oldu.
Telefonu elime alınca bile ne yapacağımı bilmiyorum. Umarım bu huyum buradan çıktıktan sonra da kalır bende. Ben bu dünyada ne kadar kalırım belli olmasa da. Düşüncelerim tamamen yaşamamdan yana ama bu Dünya artık beni sıkıyor. Yorgunum, yaşayamayacak kadar. Zihin yorgunluğu, duyguların yorgunluğu, hayallerin yorgunluğu ve beden yorgunluğu. En sondaki en kolayı. Güzelce yatıyorsun geçiyor. Ama ötekiler için konforlu bir yatak yetmiyor. Zihin nasıl dinlenir? Hiçbir şey düşünmeyerek mi? Peki bu mümkün mü? Sadece bir anlık bile olsa zihne pause verilir mi? Peki ya duygular? Onları nasıl dinlendireceğiz?
Hissizleşerek mi? Hissizleşmek ne kadar sağlıklı peki? Hayallerr… Onları dinlendirmenin bir yolu var mı? En güzeli korumak onları her şeyden.
Hayallerimiz yaşamalı, dışarıda olanlardan bağımsız bir şekilde. Şimdi de Rogue One’daki kahramanın her şey darma duman olmuşken hayalleri kurtarın diye bağırışı geldi aklıma. Kurtaracağım onları. Rogue One demişken şu efsane diyalogu hatırlayalım:
+C3PO! Ufukta bir sorun var.
-Nedir o?
+Ufuk mufuk yok!!
Hala gülerim. Neyse, hayallerin dış dünyadan bağımsız bir şekilde devam etmesi görüşündeyim. Çünkü bir onlar bizim istediğimiz gibi olabiliyor.
Hayaller güç veriyor, mutluluk veriyor. Bakalım o hayallerden yeterince güç alıp duygudurumumu düzeltebilecek miyim?

NEVROTİĞİN NOTLARI (Kitap Olacak)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin