Gökhan Erkıran
Bakıyordum, hayal kırıklığına. Yağmur her yerimi işgal etmiş, sırıksıklam yapmıştı. Gözlerimden süzülen sadece tek bir yaş. Tüm bu duyguları ne kadar kısa sürede hissettiğime şaşırmak istiyorum. Buna engel olan görüntü gözlerimin önündekinden ibaretti. Simge, Buğraya - abime - sımsıkı sarılmış, gözlerini kapatmıştı.
Üzerlerine yağmur yağmıyor, onu engelleyen şemsiyeyi ellerinin arasından kayıp düşürecekti Buğra. Birazdan birbirlerine sımsıkı kenetlenmiş olacaklardı, sonra...
Düşünemiyorum bile. Bu kadar kötü olmamı anlayamıyordum. Simge benim için kimdi, bu endişem de nerden çıktı? Abartıyorum, öyle olmalı. Fakat abim... Üzerimden atamadığım hayal kırıklığı bundan dolayı olmalı. Onu yeniden görmüş63
olmak, hüzün veriyor. Onun izini sürüyordum bir vakitten beri. Doğrusu yapamıyordum, içeride - hapishanede - olduğunu bildiğimden sadece ordan çıkıp çıkmadığı ile ilgili bilgi alabiliyordum. Yakın süre içerisinde de beklediğim bilgi geldi. Yaklaşık bir hafta önce özgürlüğüne kavuşmuştu - gerçekten özgürse tabi - şuan görüyorum ki bu çerçeve ile çevrili resimde olmaması, fazla olan, kişi bendim. Çıkmalıydım, abimin de Simgenin de. Hayatından, özgürlüğünden.
Acıyor, her bir tarafıma kadar acıyor, açıklayamıyorum. Tarifi yok.Buğra Erkıran
Anlamalıydım; sevdiğimi, değer verdiğimi, onlayken kendim olduğumu.
Yaşamayı onunla öğrenmek, onunla başka insanların yaşamasına vesile olmak derin bir duygu. Ah, Simge. O yarı baygın haldeyken nasıl buldun beni? Hangi düşünceyle uyandırmaya çalıştın? O ela gözlerle bana baktığını görmek... Daha neler yaşayacağız bilmiyorum, her an ellerimin arasından kayıp gidebilirsin. Özgürsün sen, seni hapseden birinin yanında duramazsın, bu seni mahfeder. Ben ise özgür olmak isterken kendimi, yine bizzat kendim parmaklıkların arasına64
gönderiyordum. Benden uzak durmalısın, durmalıyım. Ah Tanrım, olmaz, bu böyle sürmez. Fakat ona zarar verirsem! Korkunç. O içindekiler onu rahat bırakmıyor, yaşamasına izin vermiyor, mutluluğunu herhangi bir anda, bir kişide veya bir zamanda bırakmış, unutmuş gibi.
'Bahsederdin hep ruhların eksik kalması insanı yavaş yavaş yaşamın-
dan alıkoyar diye' düşüncelerin o kadar güzel ki. Yaşamaya ve bir insanın ruhunu açıp yaşatmaya değer veriyorsun.
Kalbin değil de 'ruhun' insanı yaşatan şey olduğunu gösterdiğin için sana her zaman müteşekkir kalacağıma söz veriyorum." diyerek günlüğümün bugünkü sayfasını paragraflarla doldurmuş oluyorum.
Kapı zilinin çalmasıyla ayaklanmaya başladım. Atıştırmalık bir şeyler getiren birisi olsa iyi olurdu, evde hiçbir şey kalmamıştı veya Serkan beyimiz almamıştı. Onun da bir işi vardı tabi, çalışıyordu. Benim de en kısa zamanda bir iş bulmam gerekti.
"Ah, merhaba Emel Teyze. Nasılsın?"
diyen ben içinde etli kuru fasulye pilav bulunan tabağa baktım. Gözlerim canlanıverdi. Ah, iyi ki varsın Emel Teyze. Serkan beni burda ölüme sürüklüyor, görsen. "Merhaba, evladım. İyiyim sen nasılsın? Arkadaş-65
ın yok mu?" dedi. Güleryüzlülüğümü koruyarak (ki hiç olması mümkün değil genelde) "Yok Emel Teyze, işe gitti biliyorsun geç geliyor. Geldikten sonra da tabi yorgun olup aç bir şekilde uyuyor." elleri titrer bir şekilde karşımda duran kadını içeriye almadığım için kendi saygısızlığıma laf etmem gerekiyordu.
"İçeri gelsene Emel Teyze, biraz oturursun." kadın düşünerek "Yok evladım, işlerim var kimse yok biliyorsun hepsi evlendi gittiler, kendi başıma kaldım." konuşması bitmişe benzemiyordu.
Yemek olan tabağı uzatarak "Al oğlum, açsındır yersiniz, arkadaşın da yemeden uyumasın söyle ona." dedi. "Teşekkür ederiz, kendine iyi bak. İhtiyacın olursa hemen çağır, unutma." deyip kapının açık kaldığını bile umursamadan mutfağa koşar adımlarla girdim adeta. Çekmeceden bir kaşık alıp yemeğin tadına bakmamla enfes bir tat yaşadım diyebilirim.
Arkamı döndüğümde bu süreç uzun sürmedi, Gökhan - uzun yıllardır konuşmadığım kardeşim - belirivermişti ve gözleri sadece gözlerime bakıyordu."Neden geldin?" dedim sakinliğimi koruyarak. Bir açıklaması olmalıydı.
66
"Abi, artık bana düşman olma. Biz... biz kardeşiz. Birbirimizi, özellikle ben seni korurdum herkese karşı. Hatırlar mısın bilmiyorum. Senin acılarını tahmin bile edemiyorum, bahsedilemeyecek kadar yakıcı ve daha nicesi bir durum." derin nefes alarak bekledi, benden bir cevap bulmak istercesine gözbebeklerime kadar geçmişi hatırlatan bakışlarla çevrildim.
"Ne yaşadığını az çok tahmin edebiliyorum fakat bu beni ilgilendirmiyor ( kırılmış bakışlarını üzerimde hissedebiliyorum) biz bir zamanlar kardeştik, artık değiliz o iki çocukta geçmişte kaldı unutma. Benim bir annem veya babam yok, senin var mı bilmiyorum. Yabancı görünüyorsun gözümde. Şimdi gitmeni istiyorum, geçmişi daha fazla hatırlatma bana." dediklerim onun için kaldırılabilecek bir güçte değildi belki de. Hayal kırıklığı, hüzün ve keder daha sayamayacağım kadar duygu hem beni en çok da onu esir alıyordu. Bu duygu benim için çok fazlaydı o senelerden sonra. Belki bir gün onu yanımda isterim, sadece belki.***
Koşuyordum, havadaki soğukluk boğazlarıma kadar işlemişti. İçim
67
boşluğa düşüyor, nereye ve kime koştuğumu bilmeksizin sürekleniyordum. Doğrusu Simge'nin yanına yetişmeye çalışıyorum, sakince yürürken karşımda o belirdi. Seslenemedim, yetişemezdim de. Bu soğuk havada koşmak pek mantıklı görünmese de bundan yana tercih bulmuştum. Nefes nefese kalmak her yerime işlese de beni pek alakadar etmiyordu.
“Beklesene.” diye seslendiğimde sesimin süratimden dolayı garip çıkmasına ilk an anlam veremedim. Arkasına döndüğünde durgunluğu sürdü. Saniyeler kadar sürse bile o nazik, kaçmaya çalışan bakışlar yetiyor ve beni bitiriyordu.
“Çok hızlı gidiyorsun ya, mahalle-
nin çıkışından itibaren ardından sana yetişmeye çalışıyorum. Seslenemedim de yetişemedim de.” dediğimde yokladım. Bana bakmıyordu, adımlarını iyice sıkılaştırdı. Gelmemi istemediği adımlarından anlaşı-
lıyordu, tekrar şu sözleri söylediğimde ise “Acelen mi var, niye beklemiyor-
sun?” direkt “Evet, acelem var görmüyor musun? Hadi şimdi gitmem gerek.” ardında sadece hayal kırıklığı yaşayan bir ben bırakmıştı. Bu durum nereye kadar sürecek, benimle yüzleşmekten ne kadar kaçacak sadece merak ediyorum.
68Simge Akay
Kaçmıyordum, bildiğim gerçeklerin kendimi daha fazla yıpratmaması için uzaklaşıyordum. Sevgisizliğimden yoruluyorum. Hayatımda şuana kadar kimsenin bir kere sarılmamış olması neyi açıklar bilmiyorum. Ah, bunları sizlerle paylaşmamam gerekirdi fakat detaya girmeyeceğime söz veriyorum. Sevgiyi hissetmemiş olmam neyi değiştirir, tek sorunum bu mudur?
Kendimi eksik hissediyorum, nasıl açıklanır emin değilim. Hiç kimseye tam anlamıyla ait olamayacağım, kendimi bırakamayacağım, tam anlamıyla kendim olamayacağım. Kendimken bile eksik olacağım. Bunlar beni çok korkutuyor. Hiçbir zaman tam anlamıyla saf mutluluk denilen tada erişemeyeceğim.Buğra Erkıran
Tavandaki örümcek ağlarını inceliyorum, bozulmamış; yerlerinde duruyorlar. Herkesin bir hayatı var, yaşanması onlara kalmış. İntiharla sonlandırıp bitiren de var, güçlükle devam eden; etmeye çalışan da. Bazen konuşmayı sevmem, ruh halimi anlatmak için alıntılardan faydalanırım. Dosteyevski'den
69
yapacağım bu alıntı duygularımı ifade etmemin sözcüsü olacaktı.
“Dediğim gibi, nedenini bir türlü anlayamadığım bir huzursuzluk üç gün boyunca beni yiyip bitirdi. Sokakta kendimi berbat hissediyordum. ( o yok, bu da gitmiş, peki öteki nereye kayboldu?) evde de kendime geldiğim pek söylenemezdi. İki gece kendime sorup sordum: Şu yaşamdaki köşeciğimde bana yetmeyen neydi? O köşede kalmak bana neden bu kadar rahatsızlık veriyordu?” yorgunluğum fazlaydı, gözlerimi kapatıp düşüncele-
ri rüyalara taşımak daha umut verici olabilirdi.70
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GERÇEKLİK
General FictionHayatım boyunca özgür bir şekilde yaşamanın anlamını bulmaya çalıştım. Hissederek yaşamayı, hissederek sevmeyi aradım. Hissedebildiğim tek duygu ise ruhsuzluk oldu. Kendimi bilmeden bir insanı sevmeyi istemedim. Ruhumun eksikliğini gidermeden, tamam...