İstanbul'da sakin bir ikindi vakti ve aynı zamanda Türkçe ezan uygulamasının 10. yıldönümüydü. Saçı sakalına karışmış, ihtiyar ve bir o kadar da dindar mollalar okunan Türkçe ezana her zamanki gibi tövbeler çekerek camiye doğru yürümekteydiler. Yoldan tek tük geçen otomobiller, mollaların cafcaflı cüppelerinin paçalarına çamur sıçrattıkça avaz avaz sövmekten hiç çekinmezdi bu ihtiyarlar aynı zamanda.
Hikmet de yollardaki içi çamurlu su dolu çukurlara, duvarları çatlamış taş binalara, sanki kendisini tuzağa düşürmek isteyen bu sinsi şehre bakarak lanetler okumaktaydı bu arada. Ancak mollaların fütursuzca ettikleri bu küfürleri duyduğu gibi sıyrıldı düşüncelerinden. "Ulen Hikmet, herkes bitti de bir sen mi kaldın bu ülkeyi değiştirecek. Dindar dediğimiz adamların hâline baksana! " dedi sessizce ve sinirinden gülerek adımlarını sıklaştırdı sokağın sonuna doğru.
Buraya geleli tam 4 ay olmuştu. Dört ay boyunca hiçbir şey değişmemişti hayatında, her şey monoton bir şekilde ilerliyordu. Ne Hikmet memnundu yeni şehrinden ne de İstanbul memnundu Hikmet'ten. Ona göre İstanbul onun ömrünü, gücünü, enerjisini tüketip bitiriyordu; o da İstanbul'un ekmeğini, havasını, suyunu. Bu döngüde henüz iki taraf da birbirine çatmamıştı ya gerçi, neyse...
Hiç tanıdığı yoktu zaten abisinin en yakın arkadaşı Rıfat dışında. Rıfat da ne idüğü bilinmez suçlunun biriydi Allah bilir. Yine sinirlenmişti Hikmet. Gömleğinin dikiş ipleri sökülmüş yan cebinden sigara paketini çıkardı. Bu ilk sigara paketiydi, henüz birkaç gün önce başlamıştı zaten sigara içmeye. "Gör ulan İstanbul bana yaptıklarını!" diye fısıldadı ve sahaflara doğru yöneldi sigarasını tellendire tellendire.
Dört aydır yaşadığı tüm kedere rağmen, bugün biraz mutluydu aslında. Çünkü babasından gizlemeden kitap alacaktı. Sokaklarda bağıra bağıra cahil olmadığını ve kitap okuduğunu söyleyebilecekti artık.
Abisinin her hafta verdiği parayı neredeyse hiç harcamadan biriktirmişti. Ve şu an elindeki miktarla üç tane kullanılmış ya da bir tane hiç el sürülmemiş kitabı satın alabilirdi. Bu da onun için bir servet sayılırdı. Daha fazla sabredemedi ve ilk gördüğü dükkana girdi.
Dükkan çok da süslü bir yer değildi. Kapının üstüne asılmış olan kurumuş baharatlardan yayılan güzel kokular pencerelerin eşiklerindeki çiçeklerin aromalarıyla karışıyor ve dükkanı adeta bir cennet bahçesine çeviriyordu.
İç odada birkaç şilte, sandalyeler ve maun bir masa vardı. Ve tabii ki de masanın üzerinde çeşit çeşit dergiler, kitaplar. Her şey iyidi, güzeldi ancak ortalıkta ne bir raf ne de görevli kişinin nerede bulunduğuna dair bir levha vardı. Hikmet tam bu güzel mekândan bir kitap alamayacağını düşünüp hayal kırıklığıyla dışarı çıkacakken koşarak kendisine doğru gelen birini gördü.
"Çok üzgünüm evladım, beklettim herhalde seni. Hay Allah, alt katın kapısını açmayı da unutmuşum! Kusuruma bakma, aptal kafam işte..."
"Estağfirullah, o nasıl söz? Bu güzel dükkanın sahibini tanımak isterim. İsminizi bahşeder misiniz?"
"İsmim nedir bilmem evladım. Ben kendimi bildim bileli bana Boncuk derler. Senin ismin nedir?"
"Hikmet, Sivaslı Hikmet. Dört aydır buradayım, abimden başka kimsem yoktur."
Bu arada dükkanın yetmişlerine merdiven dayamış ama yine de saçları beyazlamamış bu uzun boylu, beyaz tenli, incecik sahibi boş, krem rengi duvardaki deliğe özel bir anahtar sokarak tahta bir merdiven aracılığıyla dükkandaki diğer bir odaya çıkan geçiti açmıştı.
Hikmet, dükkan sahibini takip ederek çıktığı karanlık geçitten sonra böyle bir odayla karşılaşacağını hiç beklemiyordu. Devrin belki de en kaliteli lambalarıyla süslenmiş bu odada yüzlerce kitap vardı. Hepsi de hiç el değmemiş gibi sağlam ve canlı duruyordu basıldıkları yıllara bakılmaksızın. Dükkanın tavan arasındaki, gösterişten çok uzak olan bu oda, tam Hikmet'in hayalindeki yerdi. Kendi tavan arasını ve burayı karşılaştırdı aklında. Sonuç; acı acı gülmesiydi.
Hikmet raflardaki kitapların arasında kendi hayal dünyasına yolculuk yaparken geçitteki merdivenden gelen topuklu ayakkabı seslerini bile duymamıştı...
---------------------------------------------
Arkadaşlar merhaba, biliyorum son iki bölümde pek aksiyon yok ve belki de sizin için biraz sıkıcı geçiyor ancak bu iki bölüm geçiş bölümleriydi ve artık her bölümde ana olaylara yaklaşmaktayız.
Bu geçiş bölümlerini yazmaktaki amacım size dönemin toplum yapısını, kültürel değerlerini ve psikolojisini yansıtmak. İnanın ki her bölümü yazmadan önce saatlerce güvenilir kaynaklardan araştırmalar yapmaya çalışıyorum ve yazdığım dönemden dolayı pek de kolay olmuyor. Her neyse...
Umarım bu bölümü beğenirsiniz, yorumlarınıza ve eleştirilerinize açığım. Sağlıcakla kalın... :)
MULTİMEDYA: Hikmet
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiyen Hayatlar #Wattys2015
General FictionKoşuyordu, deli gibi koşuyordu. Kimden veya neden kaçtığını bilmeden koşuyordu. Sağanak yağmura aldırmadan koşuyordu. Delirmişti. Sigarası da bitmişti. Sigarası olsaydı böyle nedensizce koşmazdı belki. Bunları düşünmeye vakti yoktu, koşmaya devam et...