"Boncuk Abi, sence Robinson Crusoe mu yoksa Sefiller mi?"
"İkisi de çok iyi dünya klasikleri oğlum, öyle zor bir soru soruyorsun ki."
"Tamam abi tamam, ikisi de olsun öyleyse."
"Peki, olsun bakalım."
Hikmet Boncuk'a parasını verirken ne tahta döşemelerde çıtırtılara ve yüksek seslere neden olan topuklu ayakkabı seslerini ne de kapının ağzında Hikmet'in boyuna ancak gelen deniz mavisi gözlü ve ince dallı bir gül gibi kırılgan duran kızı farketmişti.
Tam yarın tekrar gelmek üzere söz verip de başını çevirdiği anda dengesini kaybetti ve Boncuk'un sayesinde arkasındaki beyaz örtüsü sararmış tahta masanın üzerine yığılmaktan son anda kurtuldu. Hikmet'in düştüğünü gören genç kız sakin adımlarla masaya oturup topuklu ayakkabılarını özenle çıkardı ve ayaklarını Hikmet'in göğsünde birleştirdi.
Hikmet'in yüzü kıpkırmızı olmuş ve tabiri caizse tam bir ateş topuna dönüşmüştü. Havalandırmanın dibinde yatmasına rağmen şu an sanki bir çöldeymiş gibi terliyordu. Genç kız da bunu görmüş olacak ki yüzünde muzip bir gülümsemeyle ayaklarını yavaşça yere indirip ayakkabılarını tekrar giydi.
Boncuk köşede kahkaha atıyor, kız da kıkırdıyordu şimdi odanın köşesinde. Hikmet kalkıp kalkmamakta kararsız kalmıştı. Dükkanın ortasında yerde havuç gibi yatmak mı iyidi, yoksa iki dakika içerisinde yaşadığı bu tanımsız olaydan sonra bir şey olmamış, sanki hiç şaşırmamış gibi ayağa kalkmak mı?
"Biraz daha böyle yatayım, Boncuk Abi gelir kaldırır beni nasıl olsa." diye düşünürken mavi gözlü genç kız göz alıcı ve mankenlere özgü cilveli bir yürüyüşle yine Hikmet'e doğru gelmeye başlamıştı. Elini zarif bir hareketle havada döndürdükten sonra Hikmet'e doğrulttu. Hikmet de bunun bir yardım işareti olduğunu anlayamayacak kadar cahil değildi, ancak heyecanlıydı. Birkaç saniye boyunca bir ele, bir de kızın yüzüne hiçbir şey anlamamış gibi bakan Hikmet sağ yanındaki, ayağı kırık iskemleye dayanıp ağır ağır ayağa kalktı ve kızın karşısına dikildi.
Artık kırılma noktasına gelen Boncuk, öksürmelerine veya yan dükkanlardakilerin rahatsız olabileceğini umursamaksızın kahkahayı bastı. Kahkaha attıkça yaşlılara özgü bir şekilde boğuk bir sesle öksürüyor, öksürdükçe gülüyordu. Kız da Hikmet'in yaptığını beğenmemiş olacaktı ki, bunu belirten bir dudak hareketiyle Hikmet'in omuzlarına hafifçe değip odanın karanlık köşesindeki kapıya doğru aynı cilveli adımlarla yürümeye başladı.
Yine kararsız kalmıştı. Gidip az önce büyük bir kabalık yaptığı kızdan özür mü dilemeliydi, yoksa Boncuk Abi'ye gidip kızın kim olduğunu mu sormalıydı? Ani bir kararla kıza koşar adımlarla yaklaştı.
"Hanımefendi, şey... Ben, ben çok üzgünüm. Yani, şey, yani sizi kırmak, size kabalık etmek istememiştim. Yine rezil oluyorum değil mi? Bunun için de ben, ben çok özür dilerim."
Kömür karası kaşlarını dikip, deniz mavisi gözleriyle Hikmet'e bakan kız da bir hayli şaşkındı. Hayatında ilk defa birileri ona saygılı bir şekilde konuşuyordu. Bir an gevşemek geldi içinden, ama bu saygının kesileceğinden korktu. Hayır, kadınlığını kullanarak dizginleri en azından şimdilik elinde tutmalıydı.
Hikmet'i yakasından kendine doğru hafifçe çekip, sağ işaret parmağıyla henüz 18'ine girmemiş bu genç erkeğin çenesine dokundu. Her ikisinin de gözleri büyümüştü. Hikmet, kızın gözlerinin maviliğindeki derinliğe baktıkça kendini sanki boşluğa düşüyormuş gibi hissediyordu.
Kız Hikmet'in boynuna doğru sokuldu, kırmızı dudaklarını ensesine sürttü.
"Adım Nisa. Ama Alev de derler. Hangisini tercih edersen, ismini bilmediğim genç bey."
"Şey, benim ismim Hikmet, ama Sivaslı olan. Bizim oralardaki tek Hikmet'im de o yüzden. Bak yine bocalıyorum. Off..."
"Alev" kelimesini daha bir çekici ve şehvetli söylemişti. Ya da Hikmet rüya görüyordu. O kendini rüya gördüğüne inandırırken, Alev de Hikmet'in yakasını bırakmış ve kapıyı açıp dükkanın salonundan çıkmıştı. Hikmet, kulağında hâlen daha uğuldayan Alev'in sesini bölen ihtiyar Boncuk'un sesini duyunca kendine gelir gibi oldu.
"Hikmet, oğlum artık şu kitap falan gibi boş meseleleri bırakalım da, asıl işe gelelim. Ne kadar verirsin bu hatuna?"
"Nasıl yani abi?"
"Hadi oradan Hikmet, senin de o kurnaz müşterilerden olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Zaten paralı birisin. Hadi söyle, ne kadar vereceksin? Ama bak şimdiden söyleyeyim, Deli Rıfat hatununu kaptığını duyarsa seni alnının çatından vurur."
Rıfat mı, nerede duymuştu Hikmet bu ismi?
"Abi anlamıyorum, Deli Rıfat kim?"
"Deli Rıfat buranın kurucu müşterilerinden. Ha tabii bir de Altıpatlar Murat!"
"Rıfat ve Murat mı, aman Allah'ım!"
Bir anda kapı açıldı ve salonun ortasına takım elbiseli adamlar tarafından sürüklenen her tarafı kan içinde kalmış, uzun saçlı, biraz şişman bir adam gördü Hikmet. Belli ki iyi dövülmüştü. Arkasından beyaz gömleğinin yakasına ve göğüs kısmına kan bulaşmış, elinde silahı ve sopasıyla biri girdi. Hikmet çok şaşkındı; Boncuk'un anlattıkları, takım elbiseli ve belinde silah bulunan adamlar, altıpatlarla gezen mafyalar...
Altıpatlar mı? Altıpatlar Murat! Siktir.
Hikmet abisinin yüzüne baktı, göz göze geldiler. Abisinin acımasız bakan gözlerine karşı, Hikmet hayal kırıklığına uğramıştı. Hem de çok. Sonra abisinin çıktığı odaya baktı. Üzerinde iskambil kağıtlarının olduğu masada Alev ve Rıfat sevişmeye başlamışlardı. Alev, ilk aşkı... İlk aşkı bir hayat kadınıydı... Abisi arkasından "Hikmet! Her şeyi açıklayacağım, gel buraya!" diye hem sinirli hem de çaresiz bir şekilde bağırırken Hikmet sağanak yağmurun altında hiç durmadan ve hıçkırıklarla ağlayarak koşuyordu.
---------------------------------------------
Evet arkadaşlar yeni bir bölümle daha sizlerleyim. Çok geciktim biliyorum ama affedin, en iyi şekilde telafi etmeye çalıştım. Umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. Sağlıcakla kalın...
MULTİMEDYA: Nisa - Alev
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiyen Hayatlar #Wattys2015
General FictionKoşuyordu, deli gibi koşuyordu. Kimden veya neden kaçtığını bilmeden koşuyordu. Sağanak yağmura aldırmadan koşuyordu. Delirmişti. Sigarası da bitmişti. Sigarası olsaydı böyle nedensizce koşmazdı belki. Bunları düşünmeye vakti yoktu, koşmaya devam et...